Stranica u temi: < [1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21] > | Off topic: İlginç yazılar Postavljač teme: Adnan Özdemir
| Adnan Özdemir Turska Local time: 04:18 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME
--Alıntı--
"Küresel cinsiyet eşitsizliğini tamamen gidermek için 200 yıl gerekiyor"
BBC Türkçe 20.12.2018 -3 saat önce
Dünya Ekonomik Forumu (WEF) tarafından her yıl açıklanan Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu'nun 2018 sayısı, siyaset, ekonomi ve eğitim gibi bir dizi alanda kadın haklarının durumuna ilişkin oldukça karamsar bir tablo ortaya koyuyor.
Bu hafta içinde açıklanan rapora göre, ara�... See more --Alıntı--
"Küresel cinsiyet eşitsizliğini tamamen gidermek için 200 yıl gerekiyor"
BBC Türkçe 20.12.2018 -3 saat önce
Dünya Ekonomik Forumu (WEF) tarafından her yıl açıklanan Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu'nun 2018 sayısı, siyaset, ekonomi ve eğitim gibi bir dizi alanda kadın haklarının durumuna ilişkin oldukça karamsar bir tablo ortaya koyuyor.
Bu hafta içinde açıklanan rapora göre, araştırmanın yapıldığı 149 ülkenin 88'inde maaş ve siyasi temsildeki eşitsizliğin giderilmesi gibi konularda ilerleme kaydedildiği ortaya çıkmış olmasına karşın cinsiyet eşitsizliğine dair genel görünüm olumsuzluğunu koruyor.
Raporda, her alanda küresel cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesinin 100 yıldan uzun zaman alacağı belirtiliyor. Ve bazı belli başlı durumlarla kıyaslandığında aslında 100 yıl oldukça iyimser bir zaman tahmini olarak kalıyor.
Cinsiyet eşitsizliğinin en vahim olduğu beş alanı derledik:
1. Ücret eşitsizliğinin giderilmesi için gereken süre 200 yıl
Dünya çapında ekonomik faaliyetlere katılım ve fırsat açısından eşitsizlik çok ciddi boyutlarda olsa da siyasi güç söz konusu olduğunda durum daha da fena.
Bununla birlikte siyasetteki fark çok daha hızlı bir şekilde kapanıyor.
Siyasette eşit katılıma ulaşmak için 107 yıl geçmesi gerekiyor. Ücretlerden varlıklar üzerinde mali kontrol sağlamaya kadar birçok alanı kapsayan ekonomik faaliyetlere katılımda eşitliğin sağlanması için gereken süre ise 202 yıl.
Uluslararası Çalışma Örgütü'nün kısa bir süre önce yayımladığı bir raporda, küresel çapta kadınlar ile erkekler arasındaki gelir farkının yaklaşık yüzde 20 olduğu belirtildi.
Kadınların işgücüne katılımıyla ilgili bir dizi farklı alanı inceleyen raporun bulguları arasında dünya çapında yönetim kademelerindeki kadın oranının yüzde 35'in altında olması da bulunuyor.
Cinsiyet Eşitsizliği endeksi sıralamasında en iyi durumdaki ülke İzlanda olurken, kadınların ekonomik hayata katılımı ve fırsat eşitliği konusunda ise 1 üzerinden 0.915 puan alan Laos birinci sırada yer aldı.
WEF ayrıca, ücretsiz işleri kadınların üstlenmesi olasılığının çok daha yüksek olduğunun da altını çizdi.
Raporda, "Veri alınabilen 29 ülkede, ev işleri ve karşılığında ücret alınmadan yapılan diğer işlere kadınların erkeklere kıyasla ortalama olarak iki kat daha fazla zaman harcadığı görüldü" denildi.
Araştırmada, değerlendirme kapsamındaki ülkelerde kadınların finansal servislere erişimi erkeklerinkinin yüzde 60'ı, mülk aidiyeti de yüzde 42'si olduğu ortaya çıktı.
2. Kamu kurumlarında 'cam tavan'
Küresel Cinsiyet Raporu'nda incelenen 149 ülkenin yalnızca 17'sinin lideri kadın. Bu da yaklaşık yüzde 11'lik bir oranda denk geliyor.
Raporda, "Son 50 yıl içerisinde, 149 ülkede devlet ya da hükümet başkanı olan kadınların ortalama görev süresi yalnızca 2,2 yıl oldu" denildi.
Kabine düzeyinde ise durum biraz daha iyice. Dünya çapında kadın bakanların toplama oranı yüzde 18.
Parlamentolarda da kadın vekillerin oranı yüzde 24.
Bu alanda ortalamanın çok üzerine çıkan ülkelerden birisi olan Ruanda, yüzde 61,3 ile dünyada parlamentoda en yüksek kadın temsiline sahip ülke konumunda bulunuyor.
Bu durum, ülkenin cinsiyet eşitliği endeksinde altıncı sıraya yerleşmesine neden oldu.
3. Bazı ülkelerde eğitime erişimde sıkıntılar sürüyor
WEF'e göre, 44 ülkede kadınlarda okuma yazma bilmeme oranı yüzde 20'nin biraz üzerinde.
Bu alanda en kötü performansı, okur-yazarlık oranının yalnızca yüzde 13 olduğu Çad gösterdi.
Ancak, küresel ölçekte eğitim alanındaki cinsiyet eşitsizliği, daha önce sanılandan çok daha kısa bir sürede, 14 yıl içerisinde kapatılabilir.
Bununla birlikte, genel anlamda eğitim olanaklarına erişim konusunda ise kaygılar sürüyor. Dünya genelinde orta öğretime geçen çocukların ortalama oranı kızlarda yüzde 65, erkeklerde ise yüzde 66.
Yükseköğretim söz konusu olduğunda ise bu oran sert şekilde düşüyor. Kızların yüzde 39'u, erkeklerin ise yüzde 34'ü üniversiteye gidiyor.
Raporda, "Bu durum, hem kadınlar hem de erkekler için daha iyi insan sermayesi geliştirmek adına daha iddialı hedefler belirlenmesi gerektiğini ortaya koyuyor" denildi.
4. Sağlıklı bir denge
Rapor, küresel çapta sağlık ve hayatta kalma konusunda cinsiyet eşitsizliğinin azaldığını belirtti.
Bu endeks, beklenen yaşam süresi ve sağlık hizmetlerine erişim temel alarak hazırlanıyor.
Kuveyt, Bhutan ve Bahreyn haricinde araştırma kapsamında incelenen ülkelerin tamamında kadınlar artık erkeklerden daha uzun süre yaşıyor.
Cinsiyet eşitliğini gösteren endeksin birinci sırasında İzlanda yer alıyor
5. Eşitsizliği kapamak için tek gereken para değil
Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi'nin en tepesinde İzlanda, Norveç, İsveç ve Finlandiya olmak üzere dört gelişmiş ülkeler olmasına karşın endeksin genel eğilimi beklenebileceği gibi zengin ülkelere doğru yönelmiyor.
Beşinci Nikaragua, altıncı Ruanda, sekizinci Filipinler ve 10'uncu Namibya olmak üzere ilk 10'da dört tane gelişmekte olan ülke de yer alıyor.
Dünyanın en büyük ekonomisi ABD, 51'inci sırada yer alırken, İtalya ise 70'inci sırada yer aldı.
Rusya 75, Brezilya 95, Çin 103 ve Japonya 110'uncu sırada bulunuyor.
Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46619022
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
--Alıntı--
"The Global
Gender Gap Report
2018"
*-*
.
.
.
...
Key Findings
The Global Gender Gap Index was first introduced by the World Economic Forum in 2006 as a framework for capturing the magnitude of gender-based disparities and tracking their progress over time. This year’s edition of the report benchmarks 149 countries on their progress towards gender parity on a scale from 0 (disparity) to 1 (parity) across four thematic dimensions—the subindexes Economic Participation and Opportunity, Educational Attainment, Health and Survival, and Political Empowerment—and provides country rankings that allow for effective comparisons across and within regions and income groups. The rankings are designed to create global awareness of the challenges posed by gender gaps, and the opportunities created by reducing them. The methodology and quantitative analysis behind the rankings are intended to serve as a basis for designing effective measures for reducing gender gaps. The methodology of the Index has remained stable since its original conception in 2006, providing a basis for robust cross-country and time-series analysis.
The 2018 report’s key findings include:
•
Globally, the average (population-weighted) distance completed to parity is at 68.0%, which is a marginal improvement over last year. In other words, to date there is still a 32.0% average gender gap that remains to be closed. The directionally positive average trend registered this year is supported by improvements in 89 of the 144 countries covered both this year and last year.
•
Across the four subindexes, on average, the largest gender disparity is on Political Empowerment, which today maintains a gap of 77.1%. The Economic Participation and Opportunity gap is the second-largest at 41.9%, while the Educational Attainment and Health and Survival gaps are significantly lower at 4.4% and 4.6%, respectively. Among them, on average, only the Economic Participation and Opportunity gap has slightly reduced since last year.
•
When it comes to political and economic leadership, the world still has a long way to go. Across the 149 countries assessed, there are just 17 that currently have women as heads of state, while, on average, just 18% of ministers and 24% of parliamentarians globally are women. Similarly, women hold just 34% of managerial positions across the countries where data is available, and less than 7% in the four worst-performing countries (Egypt, Saudi Arabia, Yemen and Pakistan). However, there are bright spots, where significant progress has been achieved. Full parity on this indicator is already a reality in five countries (Bahamas, Colombia, Jamaica, Lao PDR and Philippines); and in another 19 countries there are at least 40% of women in managerial positions.
•
In terms of broader economic power, gaps in control of financial assets and in time spent on unpaid tasks continue to preserve economic disparities between men and women. Women have as much access to financial services as men in just 60% of the countries and to land ownership in just 42% of the countries assessed. Also, among the 29 countries for which data are available, women spend, on average, twice as much time on housework and other unpaid activities than men.
•
Although average progress on gender parity in education is relatively more advanced than in other aspects, there are still 44 countries where over 20% of women are illiterate. Similarly, near-parity in higher education enrolment rates often mask low participation of both men and women. On average, 65% of girls and 66% of boys have enrolled in secondary education globally, and just 39% of women and 34% of men are in college or university today. This fact calls for more ambitious goals to better develop human capital—for both women and men.
•
With the rapid changes underway in today’s labour markets, our analysis this year also took a look at gender gaps in Artificial Intelligence (AI), a critical in-demand skillset of the future. Based on collaboration with LinkedIn, we find that only 22% of AI professionals globally are female, compared to 78% who are male. This accounts for a gender gap of 72%, which has remained constant over the last years and does not at present indicate a positive future trend. The implications of this finding are wide-ranging and require urgent action. First, AI skills gender gaps may exacerbate gender gaps in economic participation and opportunity in the future as AI encompasses an increasingly in-demand skillset. Second, the AI skills gender gap implies that the use of this general-purpose technology across many fields is being developed without diverse talent, limiting its innovative and inclusive capacity. Third, low integration of women into AI talent pools—even in industries and geographies where the base of IT talent has a relatively high composition of women—indicates a significant missed opportunity in a professional domain where there is already insufficient supply of adequately qualified labour.
•
Projecting current trends into the future, the overall global gender gap will close in 108 years across the 106 countries covered since the first edition of the report. The most challenging gender gaps to close are the economic and political empowerment dimensions, which will take 202 and 107 years to close respectively. Although the economic opportunity gap has slightly reduced this year, the progress has been slow, especially in terms of participation of women in labour force, where the gender gap slightly reversed. In terms of political empowerment, the progress achieved over the past decade has started to reverse. Remarkably, gender parity in Western countries has slightly reduced, while the progress is ongoing, on average, elsewhere. The education–specific gender gap is on track to be reduced to parity within the next 14 years, slightly faster than last year’s estimation. The health gender gap—although slightly larger than it stood in 2006—is nearly closed globally, and fully closed in a third of the countries assessed.
•
The most gender-equal country to date is Iceland. It has closed over 85% of its overall gender gap. Iceland is followed by Norway (83.5%), Sweden and Finland (82.2%). Although dominated by Nordic countries, the top ten also features a Latin American country (Nicaragua, 5th), two Sub-Saharan African Countries (Rwanda, 6th, and Namibia, 10th) and a country from East Asia (Philippines (8th). The top ten is completed by New Zealand (7th) and Ireland (9th).
•
All eight geographical regions assessed in the report have achieved at least 60% gender parity, and two have progressed above 70%. Western Europe is, on average, the region with the highest level of gender parity (75.8%). North America (72.5%) is second and Latin America (70.8%) is third. They are followed by Eastern Europe and Central Asia (70.7%), East Asia and the Pacific (68.3%), Sub-Saharan Africa (66.3%), South Asia (65.8%) and the Middle East and North Africa (60.2%). This year the 149 countries covered by the report include five new entrants: Congo, DRC; Iraq, Oman, Sierra Leone and Togo. Sierra Leone is in 114th position while the other new entrants rank lower.
•
Similarly, if current rates were to be maintained in the future, the overall global gender gap will close in 61 years in Western Europe, 70 years in South Asia, 74 years in Latin America and the Caribbean, 135 years in Sub-Saharan Africa, 124 years in Eastern Europe and Central Asia, 153 years in the Middle East and North Africa, 171 years in East Asia and the Pacific, and 165 years in North America. While these estimates reflect the pace observed to date towards achieving gender parity, policy-makers and other stakeholders can fast-forward this process and should take stronger actions in the years to come. There is a strong imperative to do so, in terms of justice and greater social equality as well as the economic returns of a broader base of diverse human capital.
.
.
.
...
Kaynak (raporun tamamına buradan bakılabilir) -> http://www3.weforum.org/docs/WEF_GGGR_2018.pdf
[Edited at 2018-12-21 03:57 GMT] ▲ Collapse | | | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:18 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME Bilim hastaları için 2 gözel site (biri İngilizce diğeri Almanca) | Dec 23, 2018 |
İngilizce -> 1) https://royalsocietypublishing.org/toc/rsos/5/11
Almanca -> 2) https://www.spektrum.de/
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
--Alıntı--
QUANTENCOMPUTER
"Kommt der Durchbruch in Deutschland?"
von Philipp Hummel 10.12.2018
*-*
Volkswagen und das Deutsche Zentrum für Luft- und Raumfahrt haben begonnen, Quantencomputer der Firma D-Wave aus Kanada zu testen. Es sind die ersten kommerziell vertriebenen auf dem Markt. Eine viel versprechende Anwendung sind Optimierungsprobleme, an denen klassische Computer häufig sehr lange rechnen.
Genau beschreiben darf Florian Neukart nicht, wie es bei D-Wave Systems in Kanada aussieht. Will man die Labore der Firma betreten, muss man vorher eine Verschwiegenheitserklärung unterschreiben. Dann kommt man in eine große Halle mit blinkenden schwarzen Kästen, die ein wenig an überdimensionierte moderne Kühlschränke erinnern. Darin befinden sich die ersten kommerziell vertriebenen Quantencomputer der Welt.
Quantencomputer sind mit großen Hoffnungen verbunden. Sie müssten theoretisch bestimmte Aufgaben viel schneller lösen können als klassische Supercomputer. Dazu zählen spezielle Algorithmen aus dem Bereich der Kryptografie und der Suche in Datenbanken. Auch beim maschinellen Lernen, der Suche nach Lösungen von Optimierungsproblemen und in weiteren Felder erhoffen sich Experten durch Quantencomputer eine enorme Beschleunigung.
D-Wave hat seine exotischen Rechenmaschinen schon an den Rüstungskonzern Lockheed Martin, die Raumfahrtbehörde NASA und den Tech-Riesen Google verkauft. Nun hat die Firma auch den Sprung nach Deutschlang geschafft. Florian Neukart ist Principal Scientist im »CODE Lab« von Volkswagen in San Francisco. Volkswagen und das Deutsche Zentrum für Luft- und Raumfahrt (DLR) testen aktuell unabhängig voneinander die D-Wave-Rechner. Sie wollen wissen, ob die Maschinen leisten, was sie versprechen.
Gleichzeitig null und eins
Das Herzstück der D-Wave-Computer bildet ein Chip mit Schleifen aus dem supraleitenden Metall Niob. Diese Schleifen stellen so genannte Qubits dar, das Quantencomputeranalogon zum Bit in einem klassischen Computer, der Basiseinheit von Information in der digitalen Welt. Der Chip wird im Vakuum auf eine Temperatur von 0,015 Kelvin gekühlt, so dass seine supraleitende Eigenschaft zu Tage tritt.
Die Leiterschleifen besitzen so genannte Josephson-Kontakte. Diese sorgen dafür, dass sich die Ströme in den Schleifen in einen quantenmechanischen Überlagerungszustand bringen lassen. Anders als klassische Bits, die entweder den Wert »1« oder den Wert »0« annehmen, können die Ströme in den Schleifen-Qubits in entgegengesetzte Richtungen fließen und somit gleichzeitig den Zustand »1« und den Zustand »0« darstellen.
Auf den neuesten käuflich erhältlichen D-Wave-Chips finden sich 2048 Schleifen-Qubits. Sie sind über elektronische Verbindungen miteinander gekoppelt. Um nun eine Rechnung auf dem Chip auszuführen, stellen äußere Magnetfelder die Ströme in den Schleifen so ein, dass auf dem Chip das mathematische Problem physisch nachgebildet wird. Dann überlässt man das System gewissermaßen sich selbst. Die Ströme in den Schleifen verlagern sich über ihre Verbindungen daraufhin so, dass das System den Zustand minimaler Energie erreicht. Dieser Prozess wird als »Quantum Annealing« bezeichnet: »to anneal« bedeutet so viel wie »ausglühen« oder »aushärten«. Dieser Vorgang ist die eigentliche Rechenoperation eines D-Wave-Computers, man spricht dabei auch von »adiabatischem Rechnen«. Am Schluss gibt der Rechner als Lösung den finalen Zustand der Qubit-Schleifen aus, der dann wieder in die Sprache des ursprünglichen mathematischen Problems überführt wird.
Doch was können die Maschinen von D-Wave leisten? Hat man es dabei überhaupt wirklich mit Quantencomputern zu tun? In welchen Bereichen könnten sie deutschen Forschern und Unternehmen einen Durchbruch bringen? Für endgültige Antworten auf diese Fragen ist das Forschungsgebiet »Quantencomputing« noch zu jung und zu wenig erschlossen. Dieser Text wird versuchen, sich Antworten zumindest anzunähern.
»Quanten-Annealer« wie die Rechner von D-Wave sind jedenfalls keine »universellen« Quantencomputer. Im Gegensatz zu diesen können sie die speziellen Algorithmen in der Kryptografie und der Datenbanksuche nicht schneller ausführen als klassische Rechner. Was sie hingegen schaffen könnten, ist eine schnellere Lösung so genannter »quadratisch-binärer Optimierungsprobleme« (QUBO). »Man kann fast alle Fragestellungen der realen Welt in Optimierungsprobleme übersetzen«, sagt Florian Neukart von Volkswagen. »Allerdings kann die Lösung auf einem klassischen Computer mitunter Wochen dauern.«
Insgesamt haben rund 15 Forscher bei Volkswagen in zwei Standorten in San Francisco und München mit Projekten rund um Quantencomputing zu tun, zehn von ihnen befassen sich ausschließlich mit diesem Thema. Die Kooperation zwischen D-Wave und Volkswagen besteht seit ungefähr zwei Jahren. Volkswagen besitzt keinen eigenen Quantencomputer. Seinen Zugriff erhält der deutsche Autobauer – gegen Gebühr – über die »Cloud«, erklärt Florian Neukart.
»Wir müssen uns den Zugriff auf die Rechner mit anderen Anwendern teilen. Wenn wir ein Problem an D-Wave schicken, kommen wir in eine Warteschlange. Wenn man so ein System erwirbt, hat man Alleinzugriff. Das ist vor allem interessant, wenn man sehr schnell Ergebnisse braucht. Oder wenn man die Aktivitäten, die man auf den Quantencomputern betreibt, streng geheim halten will.« Der Vorteil beim Cloud-Zugriff sei, dass man immer auf der neuesten Hardware rechnen könne, erklärt Neukart. »D-Wave verbessert und erweitert ständig die Leistungsfähigkeit seiner Maschinen.«
Stau in Echtzeit vorhersagen und vermeiden
Volkswagen will die D-Wave-Maschinen in drei Bereichen testen: Optimierung, Simulation von Materialeigenschaften und maschinelles Lernen. In einer 2017 veröffentlichten Studie haben Neukart und seine Kollegen beispielsweise untersucht, wie sich der Verkehrsfluss in einer Großstadt optimieren lässt. Dazu haben die Forscher Daten von mehr als 10 000 Taxis in Peking verwendet und mit Hilfe des D-Wave-Rechners Routen modelliert, die die Fahrzeiten verkürzen würden.
Die Volkswagen-Forscher teilten das Problem gewissermaßen auf. Der Prognosealgorithmus, der sagt, wo die Staus auftreten würden, lief auf einem klassischen Computer. Die Optimierung des Verkehrs, die Staus vermeiden helfen sollte, wurde auf dem D-Wave-Computer berechnet. »Man kann mit einem Prognosealgorithmus eine Vorhersage für den Verkehrsfluss in 15 oder 20 Minuten erstellen und den Verkehr dann so lenken, dass Staus vermieden werden«, erklärt Neukart. »Die Anweisungen dazu geben wir im Moment an die Fahrer weiter.« In Zukunft könnte daraus aber auch ein vorausschauendes System von ferngelenkten autonomen Fahrzeugen entstehen. Erst kürzlich sind die Experten noch einen Schritt weitergegangen und haben ein quantenoptimiertes Verkehrsleitsystem für Taxiflotten und öffentliche Verkehrsmittel in Barcelona entwickelt.
Eine weitere Anwendung, für die Volkswagen den D-Wave-Rechner testet, ist die Logistik. Bei der Produktion von Fahrzeugen sei es wichtig, die Art und Menge der Werkzeuge, Werkstücke und Fahrzeugteile, die in einer bestimmten Reihenfolge verwendet werden, am richtigen Ort zur richtigen Zeit zur Verfügung zu haben. Diese Aufgabe lasse sich ebenfalls als Optimierungsproblem formulieren. Außerdem untersuchen die Forscher, inwiefern sich die D-Wave-Rechner zur Simulation anderer Quantensysteme wie Lithium-Wasserstoff-Moleküle oder Kohlenstoffketten eignen.
»Deep Learning« könnte von Quantencomputern profitieren
Die Idee: Der D-Wave-Chip als von außen gezielt manipulierbares Quantensystem könnte die Eigenschaften anderer Quantensysteme gewissermaßen imitieren und so zu deren tieferem Verständnis beitragen. In einer Pressemitteilung vom Juni gibt Volkswagen als »langfristiges Ziel« aus, die chemische Zusammensetzung einer Batterie im Hinblick auf Parameter wie Gewichtsreduzierung und maximale Leistungsdichte zu simulieren, und daraus »direkt den Bauplan für die Fertigung abzuleiten.«
Volkswagen forscht auch an der Verbindung von maschinellem Lernen und Quantencomputing. Dabei spielen so genannte künstliche neuronale Netze eine zentrale Rolle. Diese Klasse von Algorithmen, erlernt aus Trainingsdaten bestimmte mathematische Funktionen. Die Netze formen sich unter dem Einfluss des Trainings so um, dass sie anschließend unbekannte Fallbeispiele der trainierten Klasse sehr zuverlässig lösen können. In den letzten Jahren haben so genannte tiefe neuronale Netzwerke, die aus tausenden Schichten künstlicher Neuronen aufgebaut sind, große Erfolge beispielsweise bei der Erkennung von Objekten, Gesichtern oder Sprache erzielt. Das Schlagwort dazu lautet »Deep Learning«.
Das Training der neuronalen Netze stellt ebenfalls ein Optimierungsproblem dar. »Je größer die neuronalen Netze, desto länger dauert es, bis die Netze optimal trainiert sind«, sagt Florian Neukart. Wenn man sich die Quantenchips von D-Wave unter dem Mikroskop anschaute, ähnelten sie in ihrem strukturellen Aufbau dem, was künstliche neuronale Netze informatisch darstellen: einzelne Knoten mit gewichteten Verbindungen dazwischen. »Man könnte also versuchen, das für höhere Geschwindigkeit zu nutzen, in dem man die neuronalen Netze direkt auf die Chips überträgt.« Das teste Volkswagen gerade.
Quantencomputer lösen Probleme aus der Luft- und Raumfahrt
Beim Deutschen Zentrum für Luft- und Raumfahrt (DLR) forscht Tobias Stollenwerk an Quantencomputern. Zu den Projekten des DLR in diesem Bereiche gehört auch eine Kooperation mit der NASA. Die US-Raumfahrtbehörde verfügt über einen eigenen D-Wave-Computer. Seit 2016 kann das DLR im Rahmen der Kooperation diesen Computer testen. »Ich bin selbst dreimal zu NASA gereist und habe zusammen mit den Kollegen dort versucht, Probleme aus Luft- und Raumfahrt zu lösen«, erklärt Stollenwerk. Ein Beispiel ist die optimale Verteilung der Flugzeuge auf die Gates von Flughäfen, für die Passagiere, die entweder starten, landen oder umsteigen. Dieses Problem lässt sich gut in ein QUBO übertragen, erklärt Stollenwerk. »Die D-Wave-Maschine kann genau diese eine Sache. Und die Hoffnung ist, dass sie diese Sache gut kann.«
Einen weiteren Test plant das DLR bei der Verifikation von Satellitendaten. Zusammen mit Kollegen aus der Satellitennavigation will Stollenwerk untersuchen, ob sich fehlerhafte Telemetriedaten mit den D-Wave-Rechnern schneller herausfiltern lassen als mit klassischen Rechnern. »Man hat es da mit einem Machine-Learning-Problem zu tun. Ein Algorithmus soll lernen, abweichende Daten in einer Menge von Datenpunkten zu finden.« Im Moment prüfen die Forscher des DLR, ob sich dieses Problem sinnvoll auf ein QUBO übersetzen lässt, mit dem ein D-Wave-Quantencomputer etwas anfangen könnte.
Dass sich bestimmte Probleme, eben die genannten QUBO-Optimierungsprobleme, auf den D-Wave-Rechnern lösen lassen, ist nach den Erfahrungen von Neukart und Stollenwerk klar. Auch dass Quanteneffekte bei den Rechenvorgängen eine Rolle spielen, ist für beide hinreichend erwiesen. »Es gibt dazu einige Veröffentlichungen in ›Science‹ und ›Nature‹«, erklärt Florian Neukart. Dem kann Tobias Stollenwerk beipflichten: »Es gibt Untersuchungen von renommierten Fachleuten, in denen es definitiv danach aussieht.«
Ob sich mit den D-Wave-Quantencomputern schneller rechnen lässt als mit klassischen Hochleistungsrechnern, dazu äußert sich Stollenwerk vorsichtiger: »Das versuchen wir ja eben gerade herauszufinden.« Es gäbe einige Veröffentlichungen, die das zu zeigen scheinen. »Aber da hat man ›Benchmark-Probleme‹ gelöst, die speziell dazu entworfen sind, die Geschwindigkeit von Computern zu testen. Bei echten Problemen mit Anwendungspotenzial ist die höhere Geschwindigkeit aus meiner Sicht nicht so klar belegt.«
Bei einem hingegen schon, ist Florian Neukart überzeugt: »Das Problem des Verkehrsflusses ist ein Fall, der nahezu wie geschaffen ist für die Chips von D-Wave. Und ich habe noch keinen klassischen Algorithmus gesehen, der uns dort in Sachen Geschwindigkeit das Wasser reichen kann.«
Kaynak: https://www.spektrum.de/news/setzen-sich-quantencomputer-in-deutschland-durch/1612712
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
--Alıntı--
"Are generalists more innovative than specialists? A comparison of innovative abilities in two wild sympatric mouse lemur species"
Johanna Henke-von der Malsburg and Claudia Fichtel
Published:01 August 2018https://doi.org/10.1098/rsos.180480
*-*
Abstract
The propensity to flexibly innovate behavioural variants might advantage animals when dealing with novel or modified ecological or social challenges. Interspecific innovative abilities can be predicted by the degree of ecological generalism and intraspecific variation is predicted by personality traits. To examine the effects of these factors on innovation, we compared problem-solving abilities in the generalist grey mouse lemurs (Microcebus murinus) and the more specialized Madame Berthe's mouse lemurs (Microcebus berthae) in western Madagascar. We examined personality traits by testing 54 individuals in open field and novel object tests, and we assessed problem-solving abilities by presenting an artificial feeding-box that could be opened by three different techniques. The first two techniques presented novel problems and the third technique a modified problem to the more complex second novel problem. In both species, motivation, early success and better inhibitory control characterized innovators and predicted superior problem-solving performance. Although both species performed equally well in finding a solution to the novel problems, the specialist species was more efficient in finding a novel solution to a familiar problem. Since the ecological specialist also exhibited more inhibitory control in this task than the generalist, we propose that specialists may dispose of more efficient problem-solving behaviour.
1. Introduction
Changing environmental conditions force animals to find new ways to cope with emerging problems in their natural habitat [1–3]. As resources or niches change dynamically, learning a novel behaviour or modifying an existing behaviour can be advantageous to exploit new resources, or to invade or to create new niches. Hence, the ability to flexibly modify or create novel behavioural variants can impact an individual's fitness [4–6]. One form of behavioural flexibility is innovativeness [7], i.e. the propensity to solve a novel problem or to find a novel solution to an old problem [8]. In particular, foraging innovations are thought to be associated with increased cognitive skills: through associative learning processes, newly discovered motor actions can enhance the expression of acquired foraging behaviours [9]. Learned and innovative behaviour can, hence, be integrated into an individual's behavioural repertoire and can spread through a population (or can be adopted by a population) via social learning [10–12]. Learning is, therefore, essential for both the acquisition and subsequent spread of innovations [13].
To date, research on innovative problem-solving has concentrated mainly on birds and primates providing evidence not only for intraspecific differences in innovative propensity, but also evidence for interspecific variation [14,15]. At the individual level, the propensity to innovate can be influenced by several external and internal factors. For instance, innovation rate can be increased at times of food scarcity when animals need to exploit different food resources or at times of reduced predation risk when animals can afford to be less vigilant while developing new behaviours [4]. By contrast, dietary or time constraints [14,16], as well as exposure to danger, can decrease innovation rate [4,5]. Furthermore, individual characteristics such as age, sex and social rank can affect innovativeness, with adult subordinate males being most innovative (several primate species [7], callitrichid monkeys [17], meerkats [5], birds and primates; reviewed in [18]). For instance, in meerkats (Suricata suricatta), subordinate males were most successful in opening an artificial feeding-box [5]. Across primates, innovations were more often reported for males and adults compared to females and younger primates [7].
Additionally, personality is an important factor influencing problem-solving abilities in many species (reviewed in [19], birds [20–24], carnivores [25] and primates [26,27]). Innovators were less neophobic, more motivated or more persistent, compared to less innovative conspecifics [27–30]. For example, in red fronted lemurs (Eulemur rufifrons), more persistent individuals were able to solve the most difficult task in a three-task problem-solving experiment [27]. Moreover, behavioural syndromes, i.e. several behavioural outputs that are correlated across various contexts, such as the shy–bold continuum or the proactive–reactive axis [31], differ not only among individuals within species, but also between species. The shy–bold continuum functionally refers mainly to antipredator behaviour and feeding activity where shy individuals would be less likely to approach novel situations, might be less easily trapped and habituate slower to laboratory conditions than bold individuals [31,32]. The proactive–reactive axis is primarily exhibited in exploratory behaviour, fearfulness, aggression and in responses to environmental change. Proactive individuals would control and manipulate environments, whereas reactive individuals would rather respond passively to changing environments. For example, squirrel monkeys (Samiri sciureus) were more proactive by being less neophobic and more motivated to engage with apparatuses of a test battery consisting of four problem-solving tasks and showing more rapid and impulsive manipulation techniques than titi monkeys (Callicebus moloch) [33]. Titi monkeys, by contrast, were more reactive by being more neophobic, manipulating the apparatuses more slowly and tentatively. Moreover, this difference in being more pro- or reactive has been suggested to be associated with ecological generalism: the more proactive squirrel monkeys are ecological generalists, whereas titi monkeys are ecologically more specialized [33].
At the species level, ecological generalism has also been suggested to influence innovativeness [34–36]. Ecological generalists inhabit a broad ecological niche which exposes them to diverse environmental conditions and many potential food resources. Hence, they depend on explorative behaviour to adapt to the variety of environmental circumstances [34] as well as on explorative foraging techniques to benefit from the variety of the locally and or seasonally available food [37]. Specialists differ from generalists in niche width within an ecological gradient [38]. While stable environmental conditions favour specialists, as they are using resources more efficiently than generalists [38], unpredictable or complex environments favour generalists that do not rely on a few specific, but several resources [38,39]. Ecological generalism, as well as patchily distributed food, extractive foraging and flexible responses to fluctuating environments have been suggested to be associated with superior cognitive abilities in birds and primates [40]. Moreover, in comparison to specialist species, generalists are, on average, less neophobic, supposedly because they encounter more habitats or food types early in life [39]. Furthermore, low neophobia and high exploration appear to be correlated with the propensity to innovate [39,41,42]. Accordingly, in insects, birds and primates, generalist species are also more explorative and exhibited higher innovation rates than specialists [3,29,43].
Despite these interspecific differences in problem-solving performance, a direct comparison of generalist and specialist species regarding the influence of personality traits on the propensity to innovate has not yet been conducted. In the present study, we examined the influence of individual characteristics on innovative problem-solving abilities in a generalist and a specialist species of Malagasy primates. The study of cognition of the most basal living primates, the Malagasy lemurs, is specifically interesting, as they retain behavioural and cognitive traits that characterize most living monkeys and apes (haplorrhines) [44]. Recent studies using a comprehensive test battery on cognitive abilities in the physical and social domain, i.e. the Primate Cognition Test Battery [45], revealed that the average performance of lemurs was not different from that of the haplorrhines in many aspects. Specifically, lemurs' overall performance was slightly inferior in the physical domain, but matched that of haplorrhines in the social domain [46,47].
Among lemurs, mouse lemurs are an excellent model species for the present study, because this genus consists of sympatric species that exhibit variation in habitat and food specialization. Personality traits and cognitive abilities have already been studied in the grey mouse lemur (Microcebus murinus) in captivity and the wild [48–59]. This species is an ecological generalist inhabiting various forest types, from evergreen littoral rainforests in southern Madagascar to seasonal dry deciduous forests in western and northwestern Madagascar [60]. By contrast, the Madame Berthe's mouse lemur (Microcebus berthae) is a habitat specialist, occurring only in the Menabe Central region of central western Madagascar [61]. In Kirindy Forest, the two species occur in sympatry [62–64]: Madame Berthe's mouse lemurs’ home ranges (females: 2.5 ha, males: 4.9 ha) are twice the size of those of grey mouse lemurs (females: 1.8 ha, males: 3.2 ha), and both species show high interindividual home-range overlap [65].
Although the two species feed on the same food sources and show high feeding overlap, they differ in the proportions of ingested food categories, reflecting different degrees of dietary specialization [40,63,64,66]. Madame Berthe's mouse lemurs feed mainly (82%) on sugary secretions produced by the homopteran larvae of the flower bug (Flatida coccinea) and further supplement their diet by animal matter (11.4%) according to the seasonal availability of arthropods. They also feed occasionally on fruits and flowers (2%) and gum (0.2%) but much less often than grey mouse lemurs (homopteran secretions (59.5%); animal matter (16.6%), fruits and flowers (8.6%) and gum (9.2%)) [64]. As Madame Berthe's mouse lemurs exhibit the narrowest feeding niche known for lemurs (annual mean niche breadth: 0.12, based on Levin's standardized index), they are limited in their flexible choice of food sources, especially during periods of reduced food availability. Grey mouse lemurs instead exhibit a larger dietary breadth (annual mean: 0.62) and adapt their dietary composition more to seasonal availability [63,64].
Grey mouse lemurs exhibit several personality traits, as shown in captivity [48] and in the wild [49,50,64]. Captive grey mouse lemurs exhibit behavioural consistency along a shy–bold axis with shyer individuals being less aggressive and more neophobic than bolder individuals [48]. Wild grey mouse lemurs also exhibit consistent individual differences in activity, exploration and boldness [50]. In addition, boldness correlates with risk-taking behaviour with bolder individuals being more likely to feed on high-risk platforms placed on the ground compared to low-risk platforms placed at a height of 1.5 m [49]. As mouse lemurs only occasionally feed on the ground, feeding platforms on the ground present a higher predation risk than a feeding platform situated at a height within the usual foraging range of 1–6 m [64]. Moreover, grey mouse lemurs have already been subject to various studies on cognition in captivity on discriminative abilities [51,55], spatial memory [53,55,67], problem-solving performance [56] and in the wild on spatial memory and problem-solving abilities [57,68,69]. For example, captive and wild mouse lemurs are able to learn specific motor patterns to manipulate various artificial problem-solving apparatuses [56,69]. However, the present study is the first assessing personality traits and cognitive abilities in Madame Berthe's mouse lemurs.
As innovations in the wild happen rarely and require long-term studies of the behavioural repertoire of a population [5,19], we examined innovative problem-solving abilities in mouse lemurs experimentally, as has already been done in other species (primates [17,27,28,70], carnivores [5,71] and birds [43,72–74]). We confronted the two species of mouse lemurs with three extractive foraging tasks with increasing complexity of the opening mechanism to access a food reward inside of a problem-solving box. To solve the first two tasks, study subjects had to find a solution to a novel problem, referring to the first part of the definition for innovation (i.e. to find a solution to a novel problem), whereas the third, most complex task referred to the second part of the definition for innovation (i.e. to modify the solution of an old problem).
In addition, we examined how personality traits influence individual innovative tendencies in mouse lemurs by conducting open field and novel object tests [49,50] to measure an individual's propensity to explore an open unknown area [75] as well as its neophilia and exploration towards unknown objects [76]. We predicted that (i) more explorative and neophilic, but also more motivated, more persistent and less conservative individuals should show superior innovative abilities. In addition, we predicted that (ii) grey mouse lemurs are more explorative and more neophilic than Madame Berthe's mouse lemurs due to their greater level of ecological generalism. Finally, as interspecific comparisons on innovative abilities suggest that success in problem-solving is associated with foraging behaviour and habitat use [33,34,37,44], we also predicted that (iii) grey mouse lemurs should be more successful in problem-solving tasks than Madame Berthe's mouse lemurs.
Finally, we addressed possible motivational confounds which are likely in food-rewarded tasks, especially when testing wild animals at times of food shortage, by measuring the individuals' current body condition via a body mass index (BMI) [77]. We used this measure as proxy for the individuals’ energetic state and, hence, their feeding motivation, as we could not control for food intake prior to testing, as would be possible with captive animals.
.
.
.
...
Kaynak (yazının tamamına buradan bakılabilir): https://royalsocietypublishing.org/doi/10.1098/rsos.180480
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
--Alıntı--
"Kuantum Bilgisayar Nedir?"
16.10.2015
*-*
Kuantum bilgisayarların ne olduklarını ve nasıl çalıştıklarını hiç merak ettiniz mi? Kuantum Teorisi’nin ardındaki ilkeler baz alınarak yapılan bu cihazların nasıl çalıştıkları ve yeni çağ teknolojisinde nerede yer edinebilecekleri yazımızda...
Paul Beniof, 1981 yılında Max Planck’ın enerjinin sürekli değil de kesikli değerlerdeki, m,n,k enerji kuantlarla salındığını öne sürdüğü fikrinden yola çıkarak kuantum bilgisayar konseptini teoriye dönüştürdü. Bu yıldan itibaren kuantum bilgisayarların üretimi ve insanların günlük hayatlarında kuantum bilgisayarları kullanabileceği düşüncesi özellikle kuantum fiziğindeki ve teknolojideki yeni gelişmelerle daha da yaygınlaşmaya başladı. Kuantum bilgisayar düşüncesi, maddeyi ve enerjiyi atom ve atom altı seviyede açıklamaya çalışan kuantum teorisinin temel ilkeleri üzerinde geliştirilmektedir. Bu bilgisayarlar işlemler yaparken; kuantum bitleri (kübit), süper pozisyon ve kargaşa kuramı gibi kuantum fenomenlerini kullanırlar. Bu sayede kuantum bilgisayarlar, sıradan bilgisayarların tek başlarına gerçekleştiremeyeceği zorlu işlemleri kolaylıkla yapabilirler.
Klasik bilgisayarlarda bilgi bitlerle temsil edilirken, kuantum bilgisayarlar bilgisayar bellek birimi için kuantum bitlerini yani kübitleri kullanır. Kübitler iki durumlu kuantum mekaniği sisteminden oluşmaktadır. Kuantum teorisi bize iki ayrı kuantum durumunun bir parçacık için aynı anda geçerli olabileceğini söylemektedir. Süper pozisyon ve kargaşa kuramı terimlerine bakarsak bu durum bizim için şaşırtıcı olabilir. Fakat bir parçacığın aynı anda farklı durumlarda bulunması durumunu günlük hayatımızda tecrübe etmeyiz. Süper pozisyon, kuantum fiziğinde iki ayrı durumun bir parçacık için aynı anda geçerli olması halidir. Bunu lisede fizik dersinde gördüğümüz çift yarık (Young) deneyinden hatırlayabiliriz. Heisenberg’in belirsizlik ilkesi ile Shördinger‘in kedi paradoksu da bu durumu açıklamaya çalışır. Kargaşa Kuramı diğer isimleriyle kaos kuramı ya da kaos teorisi ise; yapısal olarak bir fizik teorisi ya da matematiksel bir tümevarım değil de fiziksel gerçeklik olan parçalarının bir bütün olarak eğilimini açıklamaya yarayan bir yöntemdir. Kaos kuramı, kuantum bilgisayarların ve onların çıktılarını kolaylıkla görüntülenebilir hale getiren ekranların ortaya çıkmasıyla daha da gelişmiş ve popülerlik kazanmıştır.
Kuantum Fenomenleri Neden Önemlidir?
Karmaşa ve süper pozisyon fenomenleri gelişmiş bilgisayarlar için bize birçok açıdan yarar sağlar. Bu iki fenomen, kuantum bilgisayarların sıradan bilgisayarların asla yapamayacağı büyük ve karmaşık işlemler ve hesaplamaların yapılmasını sağlar. Kuantum bilgisayarlar şaşırtıcı derecede güçlüdür ve bu bilgisayarlar işlem yaparken kullanıcıya sağladığı kapasitenin tamamını kullanmazlar. Klasik bilgisayarlarda bilgi 0’lar ve 1’ler şeklinde temsil edilirken kuantum bilgisayarlarda bilgi temsil etme süreci kuantum fiziği yasalarına göre gerçekleşir yani 1’ler ve 0’lar ya da 0’lar ve 1’ler bilgiyi eş zamanlı temsil edebilirler. Bu süper pozisyon ilkesiyle mümkün olur. Gerçek dünyada 0’lar ve 1’ler le temsil edilen bitler uzayda herhangi bir zamanda dört olası durumda bulunabilirken kuantize edilmiş dünyada bu dört olası durum süperpozisyon ilkesine göre aynı zamanda uzayda gözlemlenebilir.
Bu ilginç ilkeler, zor problemleri çömek için bilgisayarlara büyük bir hesaplama gücü sağlar. Örneğin bir kuantum bilgisayarın Shor Algoritması’nı kullanarak çarpanlara ayırma işlemi yapmasını ele alalım. Shor algoritması iki kısımdan oluşur. Birinci kısım problemi bulunan bir asal çarpandan, fonksiyonun periyodunu bulana kadar değiştirir. İkinci kısımda ise algoritma Fourier dönüşümü kullanarak bir periyot bulur. Problem verilen tam sayının asal çarpanını bulmak için beş adımda değerlendirilebilir.
Kuantum Bilgisayarların Üretimi ve Kullanımı
D-Wave Systems isimli bir şirket şu sıralar dünyada daha önce hiç yapılmamış en büyük kuantum bilgisayarı yapmaya çalışıyor. Google ve NASA gibi büyük şirketler bu sistemler için D-Wave şirketine 10 milyon doların üzerinde harcama yaptı. Google yapay zeka ve hızlı web aramaları gibi konulardaki optimizasyon problemlerini çözmek için D-Wave’nin sistemini kullanmaktadır. Nasa ise bu sistemi gelişmiş görev planlama, örüntü tanıma ve hava trafik kontrolleri için kullanmaktadır.
Şu an için NASA ve Google D-Wave şirketini kendi kuantum bilgisayar donanımlarını kurmak için kullanmaktadırlar. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki şu an kullanılan kuantum bilgisayarlar tam anlamıyla kuantum fiziği ilkelerini barındırmıyor. Klasik bilgisayarlarla karşılaştırıldığında bazı kuantum işlemcilerin 10 kat daha hızlı çalıştığı tespit edildi ama genellikle şu an üretilen kuantum bilgisayarlar klasik bilgisayarlardan 100 kat daha yavaş çalışmaktadır.
Bu değerlendirmeler sonucunda şu an için kuantum bilgisayarların evrensel kuantum bilgisayarlar olarak adlandırılması uzun zaman alacaktır. Kuantum mekaniği ve fiziğinin keşfinden itibaren uzun bir yol katedilsede ilerlemek için de önümüzde uzun bir yol vardır.
Bu teknoloji tıpkı klasik bilgisayarlar gibi ilerleyen zamanlarda hepimizin kullanabileceği hale gelecektir fakat şu an için sadece özel işler için tasarlanıp üretilmektedirler. Şimdilik Google, Nasa gibi büyük şirketlerin özel görevlerinde kullandıkları bu bilgisayarlar her ne kadar zamanını kestiremesek de evrimleşip bizlerin de kullanabileceği halini alacaktır. Bilim ilerledikçe teknoloji de ilerleyecek ve zamanla kuantum bilgisayarlar bile bizim için sıradan makinelere dönüşecektir.
Kaynak: https://www.elektrikport.com/universite/kuantum-bilgisayar-nedir/16700#ad-image-0
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
VİDO: Kuantum bilgisayarlar nasıl çalışır? (Türkçeli) -> https://www.youtube.com/watch?v=9_Uk6ltnKkY
VİDYO: Kuantum Bilgisayarlar Nasıl çalışır? (İngilizceli) -> https://www.youtube.com/watch?v=SxSHzwrIjVQ
VİDEO: What is IBM's quantum computer? - All Hands on Tech at CES 2018 -> https://www.youtube.com/watch?v=pKLEiDIF0NM
VİDO: Wie arbeitet & was ist ein Quantencomputer? (Almancalı) -> https://www.youtube.com/watch?v=i00DJt_KWZM
[Edited at 2018-12-23 05:09 GMT] | | | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:18 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME
Adnan bey merhaba,
uzun süredir bu forumdaki "girilerinizi" okuyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse ilk başlarda sizi deli sanmıştım ama zamanla üslubunuza alıştım. Bu başlıktaki girileri araştırıp-düzenlemek, foturaflarını eklemek bile başlıbaşına bir zorluktur ve zamandan fedakarlık gerektirir...
Proz verileri beni yanıltmıyorsa bayağı da okunuyor yazdıklarınız-girileriniz (tekrar tekrar ve gizli gizli okuyanlar da vardır muhakkak... See more Adnan bey merhaba,
uzun süredir bu forumdaki "girilerinizi" okuyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse ilk başlarda sizi deli sanmıştım ama zamanla üslubunuza alıştım. Bu başlıktaki girileri araştırıp-düzenlemek, foturaflarını eklemek bile başlıbaşına bir zorluktur ve zamandan fedakarlık gerektirir...
Proz verileri beni yanıltmıyorsa bayağı da okunuyor yazdıklarınız-girileriniz (tekrar tekrar ve gizli gizli okuyanlar da vardır muhakkak
Zaman ayırıp bize bu ufukları hatırlattığınız için size binlerce teşekkür benden.
Aynen devam edin lütfen, iyi ki varsınız, sağolun varolun.
------------
İnsanımız birbirinin kıymetini sağken bilebilseydi...
Öldükten sonra "anma" başlığı açmanın bi anlamı yok bence.
Sevdiğinizi-sevmediğinizi, nefretinizi, aşkınızı, beğeninizi, reddinizi, takdirinizi, tenkidinizi sağken söyleyin herkeslere sağkennnn ey millet-i proz (canlı ev-şehir hayatınızda yaşarken de -> çevrenizdekilere)...
Neyse daha bi 30 yıl yaşasam yeter. Yazdıklarım özego yazısı olarak algılanmazsa sevinirim.
[Edited at 2018-12-24 08:02 GMT] ▲ Collapse | | | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:18 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME
--Alıntı--
"Tarikatların hedefindeki ilahiyatçı Türkiye'yi terk mi ediyor"
Odatv 22.12.2018 16:07
Katıldığı konferanslarda cemaat ve tarikatlara yönelik eleştirileri nedeniyle hedef haline getirilen, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi ve AKP içindeki muhalif kanada yakın Karar gazetesi yazarı Mustafa Öztürk, Türkiye’yi terk edebileceğini ifade etti.
Hz. Muhammed dönemi ve İslam’a ilişkin sözleri tartışmalara neden olan Mustafa Öztürk, katıldığı konferans ve panellerde de cemaatleri, tarikatları ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nı da eleştiriyor. Mustafa Öztürk’ün tarikat, cemaat ve Diyanet’e ilişkin bazı söylemleri şöyle:
-Türkiye Cumhuriyeti cemaat cenneti olmaktan kurtarılmalı…
-İlahiyat camiasından hiçbir şey çıkmaz. Çok kirli bir camia… Dedikodu yapıyorlar. Trol Müslümanlığı…
-Siz yatın kalkın bu Cumhuriyet’e ve Atatürk’e dua edin…
-Laikçi seküler kesimden söz gelimi Bebek’ten, Etiler’den, Caddebostan’dan, Moda’dan baktığımda bizim mahalle nasıl görünüyor diye, kıs kıs gülüyorum; ‘şunların rezilliğine bak’ diye…
-2 kadın eşittir 1 erkek denklemini kuruyorsun, Allah’ın sana verdiği akılla dalga geçer gibi…
MUSTAFA ÖZTÜRK’E TARİKAT VE CEMAATLERDEN LİNÇ
Öztürk’ün tarikat, cemaat ve Diyanet’e yönelik eleştirilerinin yanı sıra, Kuran-ı Kerim ve Hz. Muhammed dönemine ilişkin tarihselci (Olayların açıklanmasında tarihe öncelik vermek) yorumları nedeniyle Diyanet tarafından da hedef haline getirildi.
Tarikatlar ve cemaatler Mustafa Öztürk’e yönelik linç kampanyası başlatırken, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı da, 19 Aralık Çarşamba günü yaptığı açıklamayla isim vermeden Mustafa Öztürk’ü hedef aldı. Yapılan açıklamanın son bölümünde, “Hz. Peygamber’den bu tarafa mucizevi bir şekilde Müslümanların zihninde yer etmiş olan Kur’an’ı Kerim’in lafız ve manasıyla Allah’ın kelamı olduğu hususunda tereddüt uyandırabilecek söylemlerden uzak durmak bütün Müslümanların ortak sorumluluğudur” ifadeleri kullanıldı. Diyanet’in Öztürk’e yönelik bu sert açıklamasının tarikat ve cemaatlerin baskısı ile yapıldığı da öne sürülmekte…
“CEMAATLERDEN ONAY ALMAMIŞ FARKLI BİR DİNİ GÖRÜŞÜ SAVUNMA İMKANI BU MEMLEKETTE ARTIK SON BULDU”
Diyanet’in bu açıklamasında bir gün sonra Mustafa Öztürk sosyal medya hesabından açıklama yaptı. Öztürk o açıklamasında kendisinin cemaat, tarikat ve Diyanet tarafından hedef haline getirildiğine dikkat çekerek, “Bugün gelinen nokta, dini alanda kimin neye nasıl inanması gerektiği konusunda mutlak yetkinin bir takım cemaatler ve şahıslara ait olduğunu, dolayısıyla cemaatlerden onay almamış farklı bir dini görüşü savunma imkanının bu memlekette artık son bulduğunu gösteriyor. Bu yüzden ilmi çalışmalara devam etme ve farklı bir fikir/görüş beyan etmenin tek yolu, yurt dışındaki bir üniversite çalışmak gibi görünüyor” dedi. Mustafa Öztürk’ün bu mesajının ardından kendisine farklı kesimlerden destek mesajları yazıldı.
“DİNİN BİRTAKIM CEMAATLER NEZDİNDE BASBAYAĞI BİR SEKTÖR VE RANT KAYNAĞI”
Öztürk Karar gazetesindeki bugünkü köşesinde de, tarikatları ve cemaatleri eleştirdi. “Kur’an ve Sünnet açısından bakıldığında müslümanın müslümana din anlatması bir bakıma zorunludur. Ancak burada kritik husus, dinin ne maksatla ve nasıl anlatıldığı konusudur. Asr suresinde müslümanların birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ettikleri vurgulanır. Âl-i İmrân 3/159. ayette ise Hz. Peygamber’in kendi çevresindeki müminlere kaba ve katı kalpli değil, yumuşak ve sevecen davrandığı anlatılır” diye yazan İhaliyatçı Öztürk, cemaat ve tarikatların tam aksini yaptığını şu ifadelerle yazısının devamında anlatıyor:
“Zira bugünkü dinî gruplar arasında kavga, gürültü, tezvirat had safhadadır. Herkes birbirine had bildirme ve muhalifini bertaraf etme arzusundadır. Bir kişinin dinî görüş ve düşünceleri belli bir grup tarafından tasvip edilmediğinde, söz konusu kişi için beddua ve lanet seanslarına başlanmaktadır. Ardından siyasi ve idari merciilere şikâyetler yağdırarak görevden el çektirme gibi alçakça yollara başvurulmaktadır. Üstelik bütün bunlar gözünü sevdiğim cemaatçi mankurt müslümanlığı adına yapılmaktadır.
Evet, bugün birçok dinî grup ve cemaat kendi din anlayışını pazarlamakta, bunu yaparken de başka gruplar veya dinî alanda ismi az çok ön plana çıkan şahısları saf dışı bırakmaya çalışmaktadır. Bu durum dinin birtakım cemaatler nezdinde basbayağı bir sektör ve rant kaynağı olarak algılandığı yönünde bir izlenim uyandırmaktadır. Belli bir dinî görüş ve anlayışın pazarlanması ve dayatılmasında kimi zaman tekfir etmek, kimi zaman tehdit etmek, kimi zaman da açıkça hedef göstermek suretiyle muhalif çevrelere saldırılması, din alanında nefret lobilerinin oluştuğunu ve bu alanın aynı zamanda kriminolojik bir boyut kazandığını ortaya koymaktadır. Bütün bunların yanında din içerikli söylemlerin çok kere kişiler üzerinden gayet sakil bir dedikodu kültürüne dönüştüğüne tanık olunmaktadır. Kendi payıma düştüğü kadarıyla şunu açıkça belirtmem gerekir ki sosyal medya mecralarında en sakil, galiz ve pis ifadelerin özellikle kendilerini Ehl-i Sünnet müdafileri olarak tanıtan tiplere ait olması, içinde bulunduğumuz durumun vahameti hakkında yeterli bir kanaat oluşturmaktadır. Bundan daha vahim olan durum ise akademik camiadan da az çok bir zümrenin söz konusu türden paylaşımlara alkış tutmasıdır.
“ALLAH’IN SÖZCÜSÜ GİBİ KONUŞMAYA KENDİNİ EHİL GÖRMEKTEDİR”
Dinî alandaki her görüş en nihayet tarihî tecrübe içinde ortaya çıkıp kendine az veya çok taraftar bulmuş bir yorumdan ibarettir. Belli bir görüş ve yorumun tek hakikat gibi savunulması ve bu görüşe katılmayanların sapkın sayılması herhalde bir kişinin kendine mahsus dinî kanaatine Allah’ın da iştirak ettiği vehminden kaynaklanıyor olsa gerektir. Belli ki din alanında kendini konuşmaya yetkili gören pek çok kimse kendi inandığına Allah’ın da inandığını zannetmekte, bu yüzden de Allah’ın sözcüsü gibi konuşmaya kendini ehil görmektedir. Hâlbuki gerçekte herkes ya kendi kanaatini ya da gelenekten tevarüs ettiği belli bir mezhebî görüşü dillendirmekte ve fakat ne yazık ki bunu mutlak dinî hakikatle özdeş addetmektedir. Dinî bir meselede, “Bizim sahih ve sağlıklı gördüğümüz anlayış budur; naslardan anlayabildiğimiz kadarıyla meselenin aslı şudur” demek yerine, “Hak ve hakikat olan yegâne görüş budur; bunun dışındaki her görüş ve anlayış bâtıldır” şeklinde totaliter ve faşizan bir dil kullanmak, baskı ve tehdit yoluyla belli bir dinî yorumu dayatmak ve aynı zamanda cemaat inzibatlığı yapmaktan başka bir şey değildir.”
İşte Mustafa Öztürk’ün sosyal medyadan yayımladığı mesaj ve ona gelen destek ve eleştirel tweetlerin bazıları şöyle:
*-*
*-*
*-*
*-*
*-*
*-*
*-*
*-*
*-*
Kaynak: https://odatv.com/tarikatlarin-hedefindeki-ilahiyatci-turkiyeyi-terk-mi-ediyor-22121808.html
[Edited at 2018-12-24 10:02 GMT] | |
|
|
Adnan Özdemir Turska Local time: 04:18 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME
--Alıntı--
"Bu kadar basit mi?"
HALKSESİ 24 Aralık 2018 ->0:19
*-*
Sinop’ta esnaflık yapan Burhan Altunel isimli vatandaş, 3 Ekim 2018 tarihinde sabah saat 06.49 sıralarında "bel ağrısı” şikayetiyle Sinop Atatürk Devlet Hastanesi acil servisine başvuruda bulundu.
Altunel’i tedavi eden görevli doktor, ağrı kesici için iğne vurulmasını istedi. Hemşire tarafından iğnesi yapılan Burhan Altunel iğne sonrası sedyeden inerken sol ayağını kullanamadığını fark etti. Durumu iğne yapan hemşireye söyledi. Görevli hemşire ise Altunel'e "uyuşma olabilir, parmaklarını ovala 2 saate bir şeyin kalmaz" diyerek evine yolladı.
CİMER “ İHMAL YOK “DEDİ.
Değil 2 saat, aradan 2 gün geçti fakat uyuşma gitmedi ve Altunel yürüyemez hale geldi. Tekrar hastaneye giden talihsiz adama bu kez vitamin hapı verip gönderdiler. Durumu bir türlü düzelmeyen Burhan Altunel, olaydan yaklaşık iki hafta sonra Bafra’da özel bir hastaneye giderek muayene oldu. Yapılan özel tetkiklerinde ise kendisine "Her iki alt ekstremitede sinir iletim testleri ile sol alt ekstremitede iğne EGM çalışıldı. Bulgular siyatik sinir posterior tıbıal dalında hafif derecede akut motor aksonal dejanerasyonu ile uyumludur" yazılı bir rapor verildi. Konuyla ilgili şikayetlerine hastane yönetiminden cevap alamayan Altunel, yaşadığı durumu CİMER aracılığı ile yetkili birimlere aktardı. CİMER’den gelen cevabi yazıda ise "Yaptırılan inceleme sonucunda düzenlenen inceleme raporunda alınan bilirkişi doğrultusunda yaşanılan durumun ENJEKSİYONUN YOL AÇTIĞI siyatik sinir yaralanmasının bir komplikasyon olduğu, ihmalin SÖZ KONUSU OLMADIĞI netice ve kanaatına varıldığı" denildi.
ERDOĞAN’A KADAR GİDECEĞİM
İş yapamaz halde kalan ve koltuk değnekleriyle yürüyen, felç nedeniyle sol ayağını hiç kullanamayan Burhan Altunel, gelen cevaplara ve Sağlık Bakanlığına tepkili. "Bu nasıl bir inceleme, bilirkişi ben olmadan heyet kurup bu incelemeyi nasıl yapar? Beni hastanede hiçbir heyet kontrol etmedi buna dair hiçbir raporum yok. Böyle hayali bir savunma nasıl yapabilirler? İnsan sağlığı bu kadar basite mi alınıyor bu ülkede? Psikolojim bozuldu, ilaç tedavisi görüyorum, iş yapamıyorum, bakmakla yükümlü olduğum insanlar var. Ve Sağlık Bakanlığı İHMAL YOK diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışıyor ama bu işin peşini bırakmayacağım. Beştepe'ye Sayın Cumhurbaşkanımızın yanına kadar bizzat gidecek ve şikayetimi, başıma gelenleri ona anlatacağım. Sinop Devlet Hastanesinde ne hale geldiğimi bizzat ona göstereceğim" dedi.
*-*
Burhan Altunel "Hakkımı sonuna kadar arayacağım" dedi
Kaynak: http://halksesi.com/bu-kadar-basit-mi/
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
--Alıntı--
"Çetin Altan neden liboş oldu"
Odatv 24.12.2018 19:09
*-*
Cumhuriyet gazetesi yazarı, gazeteci Işık Kansu'nun yeni kitabı "Yurt Kemiricileri", Telgrafhane Yayınları tarafından yayımlandı.
Deneyimli gazeteci Işık Kansu'nun yeni kitabında, Kansu'nun gazetecilik mesleğini devam ettirirken edindiği tecrübeler, şahit olduğu olaylar ve bu olaylara dair tuttuğu notlar yer aldı. Yurt Kemiricleri'nde, Türk basınının yakın tarihi gözler önüne serildi. Işık Kansu, kitabında, satılan ve işgal edilen gazetelere, yandaş basına ve cemaat medyasına da değindi.
Kitapta, üç yıl önce hayatını kaybeden gazeteci Çetin Altan'ın anlatıldığı kısım da dikkat çekti. Çetin Altan'ın, Uğur Mumcu'nun deyimiyle "liboş"luğu neden seçtiği anlatıldı. Altan'ın neden "liboş"luğu seçtiğini Altan'la gazeteciliğe birlikte başlayan ve dostlukları çok eskiye dayanan Cüneyt Arcayürek anlattı.
İşte Yurt Kemiricileri'nde yer alan "Çetin Altan neden liboş oldu?" başlıklı o kısım:
"Bu teoriyi uygulayanların başında, bir zamanlar Türkiye'deki sol harektin önemsediği, Türkiye İşçi Partisi Milletvekilliği yapmış Çetin Altan geliyordu.
Atatürk ve Cumhuriyet devrimi düşmanlığı kazanına yeni medya düzenine en çok odun atan Altan ailesinin en büyüğü, Çetin Altan, Uğur Mumcu'nun deyimiyle 'liboş'luğu neden seçmişti acaba?
1960'larda Cumhuriyet devriminin tarihsel önemini kavramış sosyalist bir aydın olarak tanıdığımız Çetin Altan'ın, 1980 sonrası bambaşka bir insan olmasına hiçbir anlam veremiyorduk.
Gazeteciliğe birlikte başlayan ve dostlukları çok eskiye dayanan Cüneyt Akyürek'ten, Çetin Altan ile bu konuyu konuşup konuşmadığını öğrenmek istemiştik.
Arcayürek, yaşamındaki ve düşüncelerindeki değişimin gerekçesini Çetin Altan'a sormuştu. Altan'dan aldığı karşılık; hep acı çektiği, bundan böyle rahat hayat yaşamak istediği yönündeydi.
Yani Çetin Altan'ın, 1980 sonrası Turgut Özal'a hayranlık ile başlayan, ardından oğulları ile birlikte karşıdevrim saflarına katılarak sağ iktidarlara yanaşması tümüyle çıkarsaldı. Ailecek sürdürdükleri Atatürk ve Cumhuriyet devrimi düşmanlığı ve sözde demokratlık adına yürüttükleri '2 numaracı Cumhuriyetçilik' de bu çıkarcılığı örtme çabasıydı.
Prof. Dr. Coşkun Özdemir, geçmişte: 'Atatürk, ümmet toplumundan ulus yaratmış olan devlet adamıdır. Cumhuriyetçilik, bir kişiye ait bir devlete köle olmaktan kurtulmak demektir.' diyen Çetin Altan'ın, bir sofrada: "Atatürk, otuz bin kişiyi öldürtmekten başka ne yapmıştır?' dediğine tanık olanlardandı.
Atatürk'ün otuz bin kişiyi öldürdüğü çirkin bir yalandı. Ama Altan ailesinin de katkılarıyla, hep alkış tuttukları AKP döneminde kurulan 'Saray Cumhuriyeti'nde; yüzlerce insanın kanının aktığı, cezaevlerinin dolduğu, hatta Altan ailesinin bireylerinin de içeriye atıldığı, ileri demokrası adına diktatörlüğün yaşandığı, bilinen hazin doğruydu."
Kaynak: https://odatv.com/cetin-altan-neden-libos-oldu-24121845.html
[Edited at 2018-12-24 22:09 GMT] | | | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:18 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME
--Alıntı--
ERFINDER
"Nikola Tesla: Das betrogene Genie"
Yazı: Rainer Harf
*-*
Der Serbe Nikola Tesla war einer der genialsten Erfinder aller Zeiten, doch immer wieder ließ er sich um die Früchte seiner Arbeit bringen.
Mit einem Fingerschnippen eröffnet der in die USA emigrierte Serbe Nikola Tesla an einem Abend im Jahr 1891 die Vorstellung: Augenblicklich lodert ein roter Feuerball in seiner Hand auf. Behutsam lässt der hoch-gewachsene Mann die Flammen auf seinen weißen Frack, dann über sein schwarzes, in der - Mitte gescheiteltes Haar gleiten. Schließlich verstaut der Magier – zum Erstaunen des Publikums gänzlich unversehrt – das geheimnisvolle Feuer in einer Holzschachtel.
„Jetzt werde ich Ihnen Tageslicht machen“, ruft Tesla. Mit einem Mal erstrahlt der Vorführungsraum, sein Labor in der New Yorker South Fifth Avenue, in wundersam hellem Licht.
Dann springt der Erfinder auf eine Plattform, die mit einem elektrischen Spannungsgeber verbunden ist. Langsam dreht er den Regler hoch, bis sein Körper schließlich einer Spannung von zwei Millionen Volt ausgesetzt ist.
Elektrische Entladungen knistern um seinen Leib. Blitze und Flammen zucken aus seinen Händen. Als Tesla die Spannung ausschaltet, umflirrt ihn, so erinnern sich später manche, noch immer ein bläuliches Glimmen. Der „Magier der Elektrizität“ liebt es, New Yorks High Society mit seinen Inszenierungen zu verzaubern und Reportern die Kraft und Gefahrlosigkeit des von ihm entwickelten Stromsystems zu präsentieren. Nicht zuletzt sind seine spektakulären Vorführungen Propaganda im Krieg um die weltweite Elektrifizierung.
Nikola Teslas Gegenspieler ist ein gerissener Geschäftsmann
Es ist ein Krieg, den Tesla (wenn auch unfreiwillig) gegen einen zweiten, nicht weniger gefeierten Erfinder führt. Einen Mann von so anderem Naturell, dass er wie der Gegenentwurf zu Tesla anmutet: Thomas Alva Edison – hemdsärmelig, gerissen, geschäftstüchtig.
Für den Amerikaner ist Tesla nicht mehr als ein „Wissenschaftspoet“, ein Theoretiker und glückloser Tüftler, dessen Ideen zwar „großartig, aber ausgesprochen unbrauchbar“ sind. Edison bemisst den Wert einer Erfindung daran, wie viele Dollar sie seinem Unternehmen einbringt.
Tesla dagegen geht es nicht nur ums Geld: Der Zweck einer Erfindung, sagt er, bestehe vor allem in der Nutzbarmachung der Naturkräfte für die menschlichen Bedürfnisse.
Der Kampf um den Strom: Tesla wird ihn gewinnen. Und doch – wie so oft in seinem Leben – als Verlierer daraus hervorgehen.
Die geheimnisvolle Wirkkraft der Elektrizität scheint Nikola Tesla schon als Kind erfasst zu haben. Immer wieder sieht der am 10. Juli 1856 im kroatischen Dorf Smiljan geborene Sohn serbischer Eltern grelle Lichtblitze. „In einigen Fällen war die gesamte Luft um mich herum mit lebendigen, flammenden Zungen erfüllt“, erinnert sich Tesla später in seiner Autobiografie.
Oft gehen diese Erscheinungen mit inneren Bildern einher. Dann sieht Tesla Räume oder Gegenstände vor seinem geistigen Auge, so klar, dass er Traum und Wirklichkeit kaum auseinanderzuhalten weiß. Mit der Zeit lernt er, diese visuellen Eingebungen zu kontrollieren. Er reist gedanklich in fremde Städte und Länder, unterhält sich im Geiste mit Menschen, schließt Freundschaften.
Der junge Tüftler arbeitet ohne Zeichnungen und Modelle
Als Tesla mit 17 Jahren beginnt, sich „ernsthaft mit Erfindungen“ zu befassen, offenbart sich seine Vorstellungskraft: Er braucht keine Modelle, Zeichnungen oder Experimente, um Geräte zu entwickeln – er verfolgt den gesamten Schaffensprozess einer Erfindung im Kopf. Dort baut er die Apparaturen auf, bessert Fehler aus, lässt sie laufen. „Es ist völlig ohne Bedeutung für mich, ob ich eine Turbine in meinem Geist oder in der Werkstatt betreibe“, schreibt er. „Ich kann sogar bemerken, wenn sie aus dem Gleichgewicht gerät.“
1875 erhält der 19-Jährige ein Stipendium an der Technischen Hochschule in Graz. Er lernt wie besessen – manchmal von drei Uhr morgens bis abends um elf – und besteht im ersten Jahr gleich neun Examina mit Bestnote. „Ich besaß eine wahre Manie, alles, was ich einmal begonnen hatte, auch zu Ende zu führen“, erinnert sich Tesla später. Als er Voltaire zu lesen beginnt, stellt er zu seinem Leidwesen fest, dass „dieses Monster“ an die 100 Bücher geschrieben hat – quält sich aber dennoch durch das Mammutwerk.
Ohnehin hängt dem jungen Mann etwas Zwanghaftes an. Er hegt eine starke Abneigung gegen Perlen und Ohrringe, ekelt sich vor den Haaren anderer Leute. Ihm wird heiß, wenn er einen Pfirsich sieht. Er wiederholt bestimmte
Tätigkeiten genau so oft, dass die Anzahl der Wiederholungen durch drei teilbar ist. Stets zählt er die Schritte beim Gehen, berechnet den Rauminhalt von Suppentellern, Kaffeetassen, Lebensmitteln. „Wenn ich das nicht tat, schmeckte mir mein Essen nicht“, notiert er.
In Graz stößt Tesla schließlich auf jenes mysteriöse Forschungsgebiet, das ihn Zeit seines Lebens nicht mehr loslassen wird: die Elektrizität. Für die meisten Menschen jener Zeit ist Strom noch ein okkulter Saft, der wie von Geisterhand durch Drähte fließt. Tesla möchte die Gesetze dieses Fluidums begreifen – und ist instinktiv davon überzeugt, dass die Zukunft einem damals noch nicht praxistauglichen System gehört, dem Wechselstrom.
Nikola Tesla glaubt an die Zukunft des Wechselstroms
Anders als bei einem Gleichstrom-Generator, der mit einem fest montierten Magneten und einer im Inneren des Geräts rotierenden Spule Strom erzeugt, dreht sich beim Wechselstrom-Generator der Magnet im Zentrum und produziert so in den außen angebrachten Spulen Strom.
Der Vorteil: Der Strom muss nicht mehr umständlich mithilfe von Funken sprühenden Schleifkontakten an einer rotierenden Spule abgenommen werden. Er entsteht stattdessen im äußeren, statischen Teil des Generators.
Doch sämtliche elektrisch betriebenen Geräte jener Zeit beziehen ihre Kraft über den permanent in eine Richtung fließenden Gleichstrom. Vor allem Elektromotoren, die per Wechselstrom betrieben werden, halten Wissenschaftler für undenkbar. Tesla aber vertraut seiner Intuition. Im Geiste testet er einen Wechselstrom-Motor nach dem anderen, verfolgt gedanklich, wie der schnell wechselnde Strom durch die Schaltkreise rauscht. Zunächst ohne Erfolg.
Es dauert sieben Jahre, bis der nunmehr bei einer Budapester Telefongesellschaft angestellte Ingenieur den Durchbruch schafft. Während eines abendlichen Spaziergangs 1882 durch den Stadtpark schießt ihm die Lösung „wie ein Blitz“ durch den Kopf.
Tesla greift nach einem Stock und zeichnet das Diagramm eines gänzlich neuartigen Motors in den Staub, bei dem außen angebrachte Spulen, die von Wechselströmen durchflossen werden, ein rotierendes Magnetfeld erzeugen. Dadurch wirken auf den Rotor im Inneren Kräfte, die ihn antreiben.
Wie im Rausch entwickelt er in den folgenden Wochen weite-re Motoren, Dynamos und Transformatoren, die allesamt Wechselstrom benötigen – oder erzeugen. „Es war ein geistiger Zustand von Glück, so vollständig, wie ich es nie zuvor im Leben gekannt habe“, schreibt er. „Die Ideen kamen in einem ununterbrochenen Strom, und die einzige Schwierigkeit, die ich hatte, war die, sie festzuhalten.“
Tesla erkennt auch, dass Wechselstrom einen entscheidenden Vorteil gegenüber Gleichstrom hat: Er kann aufgrund seiner physikalischen Natur nahezu verlustfrei über Hunderte von Kilometern durch die Kabel geschickt werden. Gleichstrom dagegen lässt sich lediglich über kurze Strecken transportieren.
Zwei Jahre später, 1884, kündigt er in seiner Firma und macht sich mit einem Empfehlungsschreiben in der Hand auf den Weg nach New York. Er will sich dort bei dem großen Thomas Alva Edison um eine Anstellung bemühen und ihn für seine bahnbrechende Erfindung begeistern.
Edison sagt dem Genie eine Prämie von 50.000 Dollar zu
Mitten in Manhattan hat der Glühbirnen-Magnat das weltweit erste öffentliche Kraftwerk errichtet. Allerdings vermag der dort produzierte Gleichstrom nur die elektrischen Straßenlaternen im Umkreis weniger Hundert Meter zum Leuchten zu bringen. Deshalb plant Edison, die Stadt mit einem Netz von Generatoren zu überziehen.
Das Empfehlungsschreiben verschafft Tesla ein Vorstellungsgespräch. Doch schon die erste Begegnung mit Edison verläuft ernüchternd: Als Tesla die Vorzüge seines Stromsystems darlegt, erwidert der Amerikaner verärgert, er solle mit dem Unsinn aufhören. „Die Leute mögen den Gleichstrom, und er ist alles, womit ich mich je abgeben werde.“ Allerdings erkennt Edison das technische Talent des jungen Serben, stellt ihn ein – und verspricht Tesla sogar eine Prämie von 50 000 US-Dollar, falls es ihm gelingen sollte, die Leistung der Gleichstrom-Dynamos zu verbessern.
Tesla nimmt das Angebot an und kann seinem Chef nach fast einem Jahr harter Arbeit den Erfolg melden: Die Umbauten an Edisons Dynamos sind abgeschlossen, die Effizienz ist wesentlich gesteigert.
Doch die zugesagte Belohnung bleibt aus – Edison weigert sich, die Prämie zu zahlen: „Tesla, Sie verstehen den amerikanischen Humor nicht“, erklärt er. Empört kündigt Tesla. Später wird er über das angebliche Jahrhundertgenie schreiben: „Wenn Edison eine Nadel in einem Heuhaufen finden müsste, würde er sofort mit dem Eifer einer Biene darangehen, Strohhalm für Strohhalm zu untersuchen, bis er das gesuchte Objekt gefunden hätte. Ich war bedauernder Zeuge solcher Handlungen und wusste, dass ein wenig Theorie und Berechnung ihm 90 Prozent der Arbeit erspart hätten.“
Nikola gründet seine eigene Firma
Seine herausragende Arbeit bei der „Edison Electric Light Company“ hat Tesla in Fachkreisen bekannt gemacht. Und so nimmt der inzwischen 29-Jährige kurz nach seiner Kündigung das Angebot einer Gruppe von Investoren an und gründet eine eigene Firma, die „Tesla Electric Light and Manufacturing Company“.
Doch wieder erfüllen sich seine Hoffnungen nicht. Statt Wechselstromsysteme zur Marktreife zu bringen, lassen sich die Geldgeber von ihm innovative Straßen- und Fabrikleuchten konstruieren. So tüftelt Tesla unter anderem an der Entwicklung einer Bogenlampe, erwirbt mehrere Patente – und wird nach Erfüllung seiner Aufgabe von den Investoren aus der Firma gedrängt und um seine Entlohnung betrogen.
„Danach folgte eine Periode des Kampfes“, erinnert sich der Erfinder. Ein Jahr lang muss er sich gar als Tagelöhner im Straßenbau durchschlagen.
Bis sein Schicksal im Frühjahr 1887 eine unerwartete Wende nimmt: Der Vorarbeiter seiner Baukolonne erfährt von Teslas angeblichem Wundermotor und vermittelt ihm den Kontakt zu Alfred K. Brown, dem Direktor der Western Union Telegraph Company (Telegraphenfirmen brauchen Strom – also interessiert Brown der Wechselstrom, der sich über weite Strecken ohne Verlust übertragen lässt).
Unweit der Edison Company in Manhattan mieten sie ein geräumiges Labor, in dem Tesla endlich die praktische Umsetzung seines Wechselstromsystems vorantreiben kann. Der Krieg um den Strom beginnt: Tesla bringt ein Patent nach dem anderen für Komponenten seiner neuartigen Motoren heraus, hält Vorträge, setzt sich vor begeistertem Publikum in Szene und gewinnt alsbald die Aufmerksamkeit des Industriellen George Westinghouse.
Ein finanzstarker Industrieller erwirbt Nikola Teslas Patente
Westinghouse, selbst Ingenieur und Erfinder, ist einige Jahre zuvor in den Strommarkt eingestiegen und hat mehrere Patente gekauft. Anders als Edison glaubt er an die Wirtschaftlichkeit der neuen Technik. Er erwirbt Teslas Patente, vereinbart die Entrichtung einer Lizenz-gebühr von zweieinhalb Dollar für jede Pferdestärke verkaufter „Tesla-Elektrizität“ – und zieht in den Kampf für den Wechselstrom.
Aufgrund der geringen Energieverluste kann Westinghouse seine Kraftwerke außerhalb der Städte errichten. Zudem genügen dünnere Kupferkabel als bei Gleichstrom, sodass die Kosten für die Leitungen geringer sind als die des Konkurrenten. Deshalb kann Westinghouse den Strom günstiger verkaufen und hat schon bald mehr Kunden als Edison.
Doch der holt zum Gegenschlag aus: Edison lässt Informationen über Unfälle mit Wechselstrom zusammentragen, schreibt Pamphlete und bedrängt Politiker. Er bezahlt Schuljungen dafür, dass sie ihm Katzen und Hunde fangen, lässt die Tiere in öffentlichen Vorführungen auf Metallplatten schnallen und jagt ihnen Wechselstrom durch den zuckenden Leib. Anschließend fragt er die Zuschauer: „Ist das die Erfindung, mit der Ihre lieben Frauen kochen sollen?“
Im Januar 1889 tritt in New York ein Gesetz in Kraft, nach dem Mörder zum Tode durch Stromschlag verurteilt werden – und prompt plädiert Edison dafür, dafür Wechselstrom zu verwenden. Im August 1890 stirbt erstmals ein Mensch auf dem elektrischen Stuhl: durch Wechselstrom. Zweimal muss der Schalter umgelegt werden, bis der Verurteilte aufhört zu zucken.
Doch Edisons Schmähkampagnen erzielen nicht die gewünschte Wirkung. Binnen zwei Jahren baut Westinghouse mehr als 30 Kraftwerke und versorgt 130 amerikanische Städte mit Teslas Wechselstrom.
Nikola Tesla verzichtet auf Tantieme in Milliardenhöhe
1893 wird der Auftrag für die Beleuchtung der Weltausstellung in Chicago ausgeschrieben: Westinghouse unterbietet Edison um fast eine Million Dollar. Ab November 1896 installieren weltweit Städte fast nur noch Wechselstromanlagen. Nikola Tesla steht kurz davor, einer der reichsten Männer der Welt zu werden: Denn laut Lizenzvertrag soll er für jeden verkauften Elektromotor, ja für alle Anwendungen der Wechselstrompatente Gebühren kassieren.
Doch Geldgeber drängen Westinghouse dazu, den Vertrag zu ändern. Der Unternehmer macht Tesla deutlich, dass dessen Entschluss über das Schicksal der Firma entscheide. Tesla, der in Westinghouse einen Freund sieht, zerreißt seinen Vertrag und tauscht die Tantiemen für seine Patente gegen eine einmalige Pauschale von 216 000 Dollar ein.
Damit verliert er nicht nur den Anspruch auf vermutlich zwölf Millionen Dollar bereits verdienter Honorare, sondern auch auf Milliarden, die in Zukunft angefallen wären.
Doch nicht das Geld ist Tesla wichtig, sondern die Verbreitung seiner neuen Technik. Außerdem hat sich der Erfinder bereits in neue Aufgaben vertieft: Er hegt Visionen von einer Welt, in der alle Menschen unbegrenzt und kostenlos mit Energie versorgt werden. Stromnetze begreift Tesla nur als Zwischenstufe auf dem Weg zu einem kabellosen System, das Informationen und Energie über den ganzen Erdball senden soll.
1898 entwickelt er die erste Fernbedienung. Im Jahr darauf gelingt es ihm, aus einem Labor in der Nähe von Colorado Springs Radiowellen über eine Entfernung von 1000 Kilometern zu übertragen. 1900 findet Tesla einen Financier für den Bau eines futuristischen Funkturms auf Long Island: Von dort möchte er unter anderem hochenergetische Wellen in die oberen Atmosphärenschichten schicken und deren Energie rund um den Globus verteilen.
Als ein Investor abspringt, bricht Tesla zusammen
Doch kurz vor der Fertigstellung des ambitionierten Projekts springt der Investor ab: Wenn jedermann weltweit unkontrolliert die Energie aus Long Island anzapfen kann, womit würde sich dann noch Geld verdienen lassen?
Tesla erleidet daraufhin einen Nervenzusammenbruch, von dem er sich nur langsam erholt. 1917 wird das Stahlgerüst des Turms gesprengt und für 1000 Dollar Schrottwert verkauft. Im selben Jahr soll dem Erfinder die angesehene Edison-Medaille verliehen werden. Tesla lehnt zunächst ab: Nicht ihn würde die Auszeichnung ehren, sondern Edison.
Bernard Arthur Behrend, der Jury-Präsident, überredet ihn schließlich, die Medaille doch entgegenzunehmen.
„Wollten wir all das, was aus Teslas Werk bisher entstanden ist, wieder aus der Industrie entfernen“, sagt Behrend in einer Laudatio, „würden ihre Räder nicht weiterlaufen, unsere elektrischen Wagen und Züge stillstehen, unsere Städte wären dunkel und unsere Mühlen tot und nutzlos. Ja, so weittragend ist sein Werk, dass es zum Fundament unserer Industrie geworden ist.“
Trotz des Ruhmes und seiner rund 700 Patente bleibt der Magier der Elektrizität finanziell erfolglos. Verarmt stirbt Nikola Tesla, der wohl selbstloseste Erfinder der Geschichte, am 7. Januar 1943 mit 86 Jahren in einem New Yorker Hotelzimmer.
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
*-*
//Mit dieser Spulenkonstuktion erprobt Nikola Tesla 1899 unter spektakulären Entladungen, hervorgerufen durch Spannungen von mehr als zwölf Millionen Volt, ob sich Strom durch die Luft übertragen lässt: ähnlich wie Radiowellen. Auch wegen solcher Versuche nennen ihn Bewunderer "Magier der Elektrizität". Doch selbst Tesla kann nur scheinbar - nämlich dank einer doppelten Belichtung - zwischen den Stromblitzen sitzen, ohne getötet zu werden///
---
*-*
//Als 28-jähriger wandert Nikola Tesla 1884 in die USA aus und arbeitet zunächst für Thomas Edison///
---
*-*
//Mit dieser Tesla-Spule erzeugt der Serbe Wechselströme von sehr großer Spannung und verfolgt dabei einen utopisch anmutenden Plan: Er will diese Ströme auch für die drahtlose Telegraphie nutzen und sie dazu über große Entfernungen etwa durch das Erdreich schicken. Doch 1906 bricht er die Versuche ab///
---
*-*
//Nach seinem Bruch mit Edison arbeitet Tesla - hier in den 1890er Jahren in seinem Labor - für den Industriellen George Westinghouse, der seine Patente kauft und dem Wechselstrom zum Durchbruch verhilft///
---
*-*
//Eine Metallkugel krönt den 45 Meter hohen Mast von Teslas Versuchsstation in der Wüste bei Colorado Springs. Mit der Anlage erzeugt der Erfinder gewaltige Blitze und Radiowellen, um die elektrischen Kräfte zu erforschen und nutzbar zu machen///
---
*-*
//Tesla - hier um 1900 im New Yorker Büro - bleibt immer kreativ. Mit über 50 konstruiert er unter anderem Frequenzmesser, Blitzableiter, ein senkrecht startendes Fluggerät und ein geothermisches Kraftwerk///
Kaynak: https://www.geo.de/magazine/geo-kompakt/6553-rtkl-erfinder-nikola-tesla-das-betrogene-genie
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
--Alıntı--
"The Extraordinary Life of Nikola Tesla"
The eccentric inventor and modern Prometheus died 75 years ago, after a rags-to-riches to rags life
By Richard Gunderman,
SMITHSONIAN.COM JANUARY 5, 2018
Match the following figures – Albert Einstein, Thomas Edison, Guglielmo Marconi, Alfred Nobel and Nikola Tesla – with these biographical facts:
Spoke eight languages
Produced the first motor that ran on AC current
Developed the underlying technology for wireless communication over long distances
Held approximately 300 patents
Claimed to have developed a “superweapon” that would end all war
The match for each, of course, is Tesla. Surprised? Most people have heard his name, but few know much about his place in modern science and technology.
The 75th anniversary of Tesla’s death on Jan. 7 provides a timely opportunity to review the life of a man who came from nowhere yet became world famous; claimed to be devoted solely to discovery but relished the role of a showman; attracted the attention of many women but never married; and generated ideas that transformed daily life and created multiple fortunes but died nearly penniless.
Early years
Tesla was born in Serbia on a summer night in 1856, during what he claimed was a lightning storm – which led the midwife to say, “He will be a child of the storm,” and his mother to counter prophetically, “No, of the light.” As a student, Tesla displayed such remarkable abilities to calculate mathematical problems that teachers accused him of cheating. During his teen years, he fell seriously ill, recovering once his father abandoned his demand that Nikola become a priest and agreed he could attend engineering school instead.
Although an outstanding student, Tesla eventually withdrew from polytechnic school and ended up working for the Continental Edison Company, where he focused on electrical lighting and motors. Wishing to meet Edison himself, Tesla immigrated to the U.S. in 1884, and he later claimed he was offered the sum of US$50,000 if he could solve a series of engineering problems Edison’s company faced. Having achieved the feat, Tesla said he was then told that the offer had just been a joke, and he left the company after six months.
Tesla then developed a relationship with two businessmen that led to the founding of Tesla Electric Light and Manufacturing. He filed a number of electrical patents, which he assigned to the company. When his partners decided that they wanted to focus strictly on supplying electricity, they took the company’s intellectual property and founded another firm, leaving Tesla with nothing.
Tesla reported that he then worked as a ditch digger for $2 a day, tortured by the sense that his great talent and education were going to waste.
Success as an inventor
In 1887, Tesla met two investors who agreed to back the formation of the Tesla Electric Company. He set up a laboratory in Manhattan, where he developed the alternating current induction motor, which solved a number of technical problems that had bedeviled other designs. When Tesla demonstrated his device at an engineering meeting, the Westinghouse Company made arrangements to license the technology, providing an upfront payment and royalties on each horsepower generated.
The so-called “War of the Currents” was raging in the late 1880s. Thomas Edison promoted direct current, asserting that it was safer than AC. George Westinghouse backed AC, since it could transmit power over long distances. Because the two were undercutting each other’s prices, Westinghouse lacked capital. He explained the difficulty and asked Tesla to sell his patents to him for a single lump sum, to which Tesla agreed, forgoing what would have been a vast fortune had he held on to them.
With the World’s Columbian Exposition of 1893 looming in Chicago, Westinghouse asked Tesla to help supply power; they’d have a huge platform for demonstrating the merits of AC. Tesla helped the fair illuminate more light bulbs than could be found in the entire city of Chicago, and wowed audiences with a variety of wonders, including an electric light that required no wires. Later Tesla also helped Westinghouse win a contract to generate electrical power at Niagara Falls, helping to build the first large-scale AC power plant in the world.
Challenges along the way
Tesla encountered many obstacles. In 1895, his Manhattan laboratory was devastated by a fire, which destroyed his notes and prototypes. At Madison Square Garden in 1898, he demonstrated wireless control of a boat, a stunt that many branded a hoax. Soon after he turned his attention to the wireless transmission of electric power. He believed that his system could not only distribute electricity around the globe but also provide for worldwide wireless communication.
Seeking to test his ideas, Tesla built a laboratory in Colorado Springs. There he once drew so much power that he caused a regional power outage. He also detected signals that he claimed emanated from an extraterrestrial source. In 1901 Tesla persuaded J.P. Morgan to invest in the construction of a tower on Long Island that he believed would vindicate his plan to electrify the world. Yet Tesla’s dream did not materialize, and Morgan soon withdrew funding.
In 1909, Marconi received the Nobel Prize for the development of radio. In 1915, Tesla unsuccessfully sued Marconi, claiming infringement on his patents. That same year, it was rumored that Edison and Tesla would share the Nobel Prize, but it didn’t happen. Unsubstantiated speculation suggested their mutual animosity was the cause. However, Tesla did receive numerous honors and awards over his life, including, ironically, the American Institute of Electrical Engineers Edison Medal.
A singular man
Tesla was a remarkable person. He said that he had a photographic memory, which helped him memorize whole books and speak eight languages. He also claimed that many of his best ideas came to him in a flash, and that he saw detailed pictures of many of his inventions in his mind before he ever set about constructing prototypes. As a result, he didn’t initially prepare drawings and plans for many of his devices.
The 6-foot-2-inch Tesla cut a dashing figure and was popular with women, though he never married, claiming that his celibacy played an important role in his creativity. Perhaps because of his nearly fatal illness as a teenager, he feared germs and practiced very strict hygiene, likely a barrier to the development of interpersonal relationships. He also exhibited unusual phobias, such as an aversion to pearls, which led him to refuse to speak to any woman wearing them.
Tesla held that his greatest ideas came to him in solitude. Yet he was no hermit, socializing with many of the most famous people of his day at elegant dinner parties he hosted. Mark Twain frequented his laboratory and promoted some of his inventions. Tesla enjoyed a reputation as not only a great engineer and inventor but also a philosopher, poet and connoisseur. On his 75th birthday he received a congratulatory letter from Einstein and was featured on the cover of Time magazine.
Tesla’s last years
In the popular imagination, Tesla played the part of a mad scientist. He claimed that he had developed a motor that ran on cosmic rays; that he was working on a new non-Einsteinian physics that would supply a new form of energy; that he had discovered a new technique for photographing thoughts; and that he had developed a new ray, alternately labeled the death ray and the peace ray, with vastly greater military potential than Nobel’s munitions.
His money long gone, Tesla spent his later years moving from place to place, leaving behind unpaid bills. Eventually, he settled in at a New York hotel, where his rent was paid by Westinghouse. Always living alone, he frequented the local park, where he was regularly seen feeding and tending to the pigeons, with which he claimed to share a special affinity. On the morning of Jan. 7, 1943, he was found dead in his room by a hotel maid at age 86.
Today the name Tesla is still very much in circulation. The airport in Belgrade bears his name, as does the world’s best-known electric car, and the magnetic field strength of MRI scanners is measured in Teslas. Tesla was a real-life Prometheus: the mythical Greek titan who raided heaven to bring fire to mankind, yet in punishment was chained to a rock where each day an eagle ate his liver. Tesla scaled great heights to bring lightning down to earth, yet his rare cast of mind and uncommon habits eventually led to his downfall, leaving him nearly penniless and alone.
-------
This article was originally published on The Conversation.
* Richard Gunderman, Chancellor's Professor of Medicine, Liberal Arts, and Philanthropy, Indiana University
Kaynak: https://www.smithsonianmag.com/innovation/extraordinary-life-nikola-tesla-180967758/
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
--Alıntı--
"Nikola Tesla: Biography, Inventions & Quotes"
By Heather Whipps, | May 29, 2014 03:03am ET
Nikola Tesla is often called one of history’s most important inventors, one whose discoveries in the field of electricity were way ahead of his time and continue to influence technology today. Despite his accomplishments, however, Tesla died penniless and without the accolades that would he would ultimately earn over a century later.
The “genius who lit the world” is now commemorated with an electrical unit called the Tesla, has a place in the inventor’s hall of fame, streets, statues, and a prestigious engineer’s award in his name, but in life he wasn’t always so successful.
Brilliant scientist, terrible businessman
Nikola Tesla was born in 1856 in a town called Smiljan, today part of Croatia but then located within the borders of the Austro-Hungarian Empire. His father was a priest and his mother, despite not having any formal education, tinkered in machinery and was known for having a spectacular memory.
Tesla’s career as an inventor began early; while working at the Central Telegraph Office in Budapest, at the age of just 26, he is reported to have first sketched out the principles for a rotating magnetic field — an important idea still used in many electromechanical devices. This major achievement laid the groundwork for many of his future inventions, including the alternating current motor and ultimately led him to New York City in 1884, lured by Thomas Edison and his groundbreaking engineering factory, Edison Machine Works.
It is often said that as brilliant a scientist as Tesla was, he was an equally terrible businessman, unable (or possibly unwilling) to see the commercial value behind his ideas. Thomas Edison was both an inventor and a business mogul focused on the bottom line, and he often clashed with Tesla over methods and ideology. It was also unlikely, perhaps, that two minds so brilliant could coexist in peace for very long and, indeed, Tesla quit Edison Machine Works only a year later.
Tesla’s creativity was given free rein at the new laboratory he established, Tesla Electric Light and Manufacturing, where he experimented with early X-ray technology, electrical resonance, arc lamps and other ideas. Moves to Colorado and then back to New York coincided with other great scientific feats, including advances in turbine science, the installation of the first hydroelectric power station at Niagara Falls and, most importantly, the perfection of his alternating current system.
Through it all, the compulsive, eccentric and often sensational Tesla provided terrific sound bites for reporters, speaking frequently to the press about new, futuristic ideas up to a few years before his death, when he became a recluse. Tesla died in 1943, broke and alone in a New York City hotel room.
Tesla’s legacy has experienced a resurgence of sorts in recent years, thanks to a handful of supporters who have popularized his work in the media, in the hopes of having a Nikola Tesla science museum built on the grounds of a former laboratory on Long Island, New York.
Innumerable patents
The exact number of patents held by Tesla is disputed, as some likely remain undiscovered, historians believe. He is thought to be responsible for at least 300 inventions (many related to each other), in addition to countless unpatented ideas that he developed over the course of his career.
Alternating current
Perhaps Tesla’s most famous and important idea, alternating current (AC), was an answer to his old boss Edison’s inefficient — as Tesla put it — use of direct current (DC) in the new electric age. While DC power stations sent electricity flowing in one direction in a straight line, alternating currents change direction quickly, and could do so at a much higher voltage.
Indeed, Edison’s power lines that crisscrossed the Atlantic seaboard were short and weak due to DC, while AC was able to send electricity much farther afield. Though Thomas Edison had more resources and an established reputation, Tesla’s AC power grids eventually became the norm. Several dozen of Tesla’s patents were related to alternating current science.
The Tesla Coil
Since named for its inventor, this impressive machine transforms energy into extremely high voltage charges, creating powerful electrical fields capable of producing spectacular electrical arcs. Besides the lightning-bolt shows they can put on, Tesla Coils had very practical applications in wireless radio technology and some medical devices. Tesla experimented with his coils in the last years of the 19th century.
The true father of radio
Tesla tinkered with radio waves as early as 1892, debuting a radio wave-controlled boat in 1898 with great fanfare at an electrical exhibition at New York’s Madison Square Garden. Expanding on the technology, he patented more than a dozen ideas related to radio communication, before Italian inventor Guglielmo Marconi leapt ahead of a financially unstable Tesla and completed the first transatlantic radio transmission (a bit of Morse code, sent from England to Newfoundland) on the back of Tesla’s science. Marconi and Tesla’s battle for intellectual recognition waged for decades before the U.S. Supreme Court ultimately revoked some of Marconi’s patents in 1943, restoring Tesla as the father of radio, at least legally.
Tesla quotes
“Money does not represent such a value as men have placed upon it. All my money has been invested into experiments with which I have made new discoveries enabling mankind to have a little easier life.”
— "A Visit to Nikola Tesla" by Dragislav L. Petković in Politika (April 1927)
“The scientific man does not aim at an immediate result. He does not expect that his advanced ideas will be readily taken up. His work is like that of the planter — for the future. His duty is to lay the foundation for those who are to come, and point the way. He lives and labors and hopes.”
— “Radio Power Will Revolutionize the World" in Modern Mechanics and Inventions (July 1934)
“The scientists of today think deeply instead of clearly. One must be sane to think clearly, but one can think deeply and be quite insane.”
— “Radio Power Will Revolutionize the World" in Modern Mechanics and Inventions (July 1934)
Kaynak: https://www.livescience.com/45950-nikola-tesla-biography.html
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
--Alıntı--
"The 10 Inventions Of Nikola Tesla That Changed The World"
By Nicholas West / January 10, 2012
*-*
//Note: This article was originally published in 2010, but we repost annually with added info and links, as well as to present to new readers. Please feel free to add your own information, article links, or video links about Tesla and his work in the comment section.///
----
I would also point you to Rand Clifford’s 3-part series: Nikola Tesla: Calling All Freethinkers! which has a wealth of different information than what you will read below.
Nikola Tesla is finally beginning to attract real attention and encourage serious debate more than 70 years after his death.
Was Nikola Tesla for real? A crackpot? Part of an early experiment in corporate-government control?
We know that he was undoubtedly persecuted by the energy power brokers of his day — namely Thomas Edison, whom we are taught in school to revere as a genius. He was also attacked by J.P. Morgan and other “captains of industry.” Upon Nikola Tesla’s death on January 7th, 1943, the U.S. government moved into his lab and apartment confiscating all of his scientific research, some of which has been released by the FBI through the Freedom of Information Act. (I’ve embedded the first 250 pages below and have added a link to the .pdf of the final pages, 290 in total).
Besides his persecution by corporate-government interests (which is practically a certification of authenticity), there is at least one solid indication of Nikola Tesla’s integrity — he tore up a contract with Westinghouse that was worth billions in order to save the company from paying him his huge royalty payments.
But, let’s take a look at what Nikola Tesla — a man who died broke and alone — has actually given to the world. For better or worse, with credit or without, he changed the face of the planet in ways that perhaps no man ever has.
1. Alternating Current
This is where it all began, and what ultimately caused such a stir at the 1893 World’s Expo in Chicago. A war was leveled ever-after between the vision of Edison and the vision of Tesla for how electricity would be produced and distributed. The division can be summarized as one of cost and safety: The DC current that Edison (backed by General Electric) had been working on was costly over long distances, and produced dangerous sparking from the required converter (called a commutator). Regardless, Edison and his backers utilized the general “dangers” of electric current to instill fear in Nikola Tesla’s alternative: Alternating Current. As proof, Edison sometimes electrocuted animals at demonstrations. Consequently, Edison gave the world the electric chair, while simultaneously maligning Tesla’s attempt to offer safety at a lower cost. Tesla responded by demonstrating that AC was perfectly safe by famously shooting current through his own body to produce light. This Edison-Tesla (GE-Westinghouse) feud in 1893 was the culmination of over a decade of shady business deals, stolen ideas, and patent suppression that Edison and his moneyed interests wielded over Tesla’s inventions. Yet, despite it all, it is Tesla’s system that provides power generation and distribution to North America in our modern era.
2. Light
Of course Nikola Tesla didn’t invent light itself, but he did invent how light can be harnessed and distributed. Tesla developed and used fluorescent bulbs in his lab some 40 years before industry “invented” them. At the World’s Fair, Tesla took glass tubes and bent them into famous scientists’ names, in effect creating the first neon signs. However, it is his Tesla Coil that might be the most impressive, and controversial. The Tesla Coil is certainly something that big industry would have liked to suppress: the concept that the Earth itself is a magnet that can generate electricity (electromagnetism) utilizing frequencies as a transmitter. All that is needed on the other end is the receiver — much like a radio.
3. X-rays
Electromagnetic and ionizing radiation was heavily researched in the late 1800s, but Nikola Tesla researched the entire gamut. Everything from a precursor to Kirlian photography, which has the ability to document life force, to what we now use in medical diagnostics, this was a transformative invention of which Tesla played a central role. X-rays, like so many of Tesla’s contributions, stemmed from his belief that everything we need to understand the universe is virtually around us at all times, but we need to use our minds to develop real-world devices to augment our innate perception of existence.
4. Radio
Guglielmo Marconi was initially credited, and most believe him to be the inventor of radio to this day. However, the Supreme Court overturned Marconi’s patent in 1943, when it was proven that Tesla invented the radio years previous to Marconi. Radio signals are just another frequency that needs a transmitter and receiver, which Tesla also demonstrated in 1893 during a presentation before The National Electric Light Association. In 1897 Tesla applied for two patents US 645576, and US 649621. In 1904, however, The U.S. Patent Office reversed its decision, awarding Marconi a patent for the invention of radio, possibly influenced by Marconi’s financial backers in the States, who included Thomas Edison and Andrew Carnegie. This also allowed the U.S. government (among others) to avoid having to pay the royalties that were being claimed by Nikola Tesla.
5. Remote Control
This invention was a natural outcropping of radio. Patent No. 613809 was the first remote controlled model boat, demonstrated in 1898. Utilizing several large batteries; radio signals controlled switches, which then energized the boat’s propeller, rudder, and scaled-down running lights. While this exact technology was not widely used for some time, we now can see the power that was appropriated by the military in its pursuit of remote controlled war. Radio controlled tanks were introduced by the Germans in WWII, and developments in this realm have since slid quickly away from the direction of human freedom.
6. Electric Motor
Nikola Tesla’s invention of the electric motor has finally been popularized by a car brandishing his name. While the technical specifications are beyond the scope of this summary, suffice to say that Tesla’s invention of a motor with rotating magnetic fields could have freed mankind much sooner from the stranglehold of Big Oil. However, his invention in 1930 succumbed to the economic crisis and the world war that followed. Nevertheless, this invention has fundamentally changed the landscape of what we now take for granted: industrial fans, household applicances, water pumps, machine tools, power tools, disk drives, electric wristwatches and compressors.
7. Robotics
Nikola Tesla’s overly enhanced scientific mind led him to the idea that all living beings are merely driven by external impulses. He stated: “I have by every thought and act of mine, demonstrated, and does so daily, to my absolute satisfaction that I am an automaton endowed with power of movement, which merely responds to external stimuli.” Thus, the concept of the robot was born. However, an element of the human remained present, as Tesla asserted that these human replicas should have limitations — namely growth and propagation. Nevertheless, Nikola Tesla unabashedly embraced all of what intelligence could produce. His visions for a future filled with intelligent cars, robotic human companions, and the use of sensors, and autonomous systems are detailed in a must-read entry in the Serbian Journal of Electrical Engineering, 2006 (PDF).
8. Laser
Nikola Tesla’s invention of the laser may be one of the best examples of the good and evil bound up together within the mind of man. Lasers have transformed surgical applications in an undeniably beneficial way, and they have given rise to much of our current digital media. However, with this leap in innovation we have also crossed into the land of science fiction. From Reagan’s “Star Wars” laser defense system to today’s Orwellian “non-lethal” weapons’ arsenal, which includes laser rifles and directed energy “death rays,” there is great potential for development in both directions.
9 and 10. Wireless Communications and Limitless Free Energy
These two are inextricably linked, as they were the last straw for the power elite — what good is energy if it can’t be metered and controlled? Free? Never. J.P. Morgan backed Nikola Tesla with $150,000 to build a tower that would use the natural frequencies of our universe to transmit data, including a wide range of information communicated through images, voice messages, and text. This represented the world’s first wireless communications, but it also meant that aside from the cost of the tower itself, the universe was filled with free energy that could be utilized to form a world wide web connecting all people in all places, as well as allow people to harness the free energy around them. Essentially, the 0’s and 1’s of the universe are embedded in the fabric of existence for each of us to access as needed. Nikola Tesla was dedicated to empowering the individual to receive and transmit this data virtually free of charge. But we know the ending to that story . . . until now?
Nikola Tesla had perhaps thousands of other ideas and inventions that remain unreleased. A look at his hundreds of patents shows a glimpse of the scope he intended to offer. If you feel that the additional technical and scientific research of Nikola Tesla should be revealed for public scrutiny and discussion, instead of suppressed by big industry and even our supposed institutions of higher education, join the world’s call to tell power brokers everywhere that we are ready to Occupy Energy and learn about what our universe really has to offer.
The release of Nikola Tesla’s technical and scientific research — specifically his research into harnessing electricity from the ionosphere at a facility called Wardenclyffe — is a necessary step toward true freedom of information. Please add your voice by sharing this information with as many people as possible.
For additional information about the demand for release, or to use as a template to form your own demand, please visit: http://releaseteslasresearch.weebly.com/
As they state:
//Tell your friends, bring it up and discuss it at your next general assembly, do whatever you can to get the word out, organize locally to make a stand for the release of Nikola Tesla’s research…. America is tired of corrupt corporate greed, supported by The American government, holding us back in a stagnant society in the name of profit . . . The Energy Crisis is a lie.///
As an aside: there are some who have pointed out that Nikola Tesla’s experimentation with the ionosphere very well could have caused the massive explosion over Tunguska, Siberia in 1908, which leveled an estimated 60 million trees over 2,150 square kilometers, and may even have led to the much maligned HAARP technology. I submit that we would do well to remember that technology is never the true enemy; it is the misuse of technology that can enslave rather than free mankind from its animal-level survivalism.
Kaynak: https://www.activistpost.com/2012/01/10-inventions-of-nikola-tesla-that.html
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
--Alıntı--
"21 Madde ile Nikola Tesla'nın Zamanının Çok Ötesinde Bir İnsan Olduğunun Kanıtı"
27 Aralık 2014, 21:18'de eklendi, 10 Temmuz 2017, 15:37'de güncellendi
*-*
Nikola Tesla Sırp asıllı Amerikalı mucit, fizikçi ve elektrofizik uzmanıdır. 1856'da Hırvatistan'daki Smijlan'da doğar. Sıradışı bir hafızası vardır ve 6 dil öğrenir. Gratz'taki Politeknik Enstitüsünde matematik, fizik ve mekanik çalışarak 4 yıl geçirir.
Bugün de -10 Temmuz 1856- Tesla'nın doğum yıldönümü. Onun hakkında bilmediklerimizi öğrenmek için ne de güzel bir gün.
1. Dünyadaki bilim ve teknoloji yapısını tam anlamıyla ‘kökünden’ değiştirebilecek birçok ‘kullanılan ve kullanılmayan’ deneye/buluşa imza atmasına rağmen ders kitaplarında adı nadiren geçer.
Özellikle ‘elektriğin kablosuz taşınabilmesi’ gibi bir buluşu ve bunu kanıtlaması O’nun ne kadar benzersiz bir mucit olduğunu açıklar.
2. Radyoyu Marconi icat etti sanılır, X ışınlarını Röntgen'in keşfettiği, vakum tüp amplifikatörünü de Forest'in. Ayrıca Floresan lambayı, neon ışıklarını, hızölçeri, otomobillerdeki ateşleme sistemini, radarın temellerini, elektron mikroskobunu ve mikrodalga fırını da Nikola Tesla'nın icat ettiğini bilen sayısı sınırlıdır.
AC Akım Jenaratörleri ve Motorları, MRI , lazer teknolojisi, robot teknolojisi, deprem makinesi de Nikola Tesla'nın teorileri kaynaklık edinilerek yaratılmış projelerdir.
3. Tesla, 1884'te Birleşik devletlere ilk defa geldiğinde, Thomas Edison için çalışır. Edison henüz ampulün patentini almıştır ve elektriğin dağıtımı için bir sisteme ihtiyaç duymaktadır.
Edison akkor telli ampulü yeni icat etmişti ve elektriğin aktarılması konusunda bir sistem geliştirmeye çalışıyordu ve Tesla’ dan bu konuda yardım istemiş, eğer sistemdeki sorunu çözebilirse büyük miktarda para vereceğini söylemiştir. Tesla sistemdeki sorunları çözerek Edison’u belki de milyon dolarlık bir masraftan kurtarmış ancak vaat edilen parayı hiçbir zaman alamamıştır.
4. Edison ölüm döşeğindeyken Tesla’yı af dilemek için yanına çağırtmış fakat Tesla vaktimi boş laflar dinleyerek geçireceğime, insanlık adına gerekli icatları bularak geçiririm diyerek Edison‘un son arzusunu yerine getirmemiş ve yanına gitmemiştir.
5. Nikola Tesla, ilk defa elektriğin bir kaynaktan çevreye yayılarak kablosuz ve çok yüksek miktarlarda iletilebileceğini söylemiştir. Daha sonra yaptığı deneylerle de bunu göstermiştir.
Kendisinin elinde kablosuz yanan bir ampul tutan fotoğrafı bulunmaktadır.
6. Tesla'nın rüyası, dünyaya bedava enerji sağlamak idi. 1900 yılında, yatırımcı J.P. Morgan'ın sağladığı 150 bin dolarla Tesla Telsiz Yayın Sistemi/Wardenclyffe adındaki kulenin yapımına Long Island, New York'ta başladı.
Bu yayın kulesi, dünyanın telefon ve telgraf servislerini bağlayacaktı. Aynı zamanda resimleri, borsa verilerini, ve hava durumu bilgisini dünya çapında aktaracaktı. Maalesef, Morgan bunun dünyaya bedava enerji anlamına geldiğini farkettiğinde bu işe para yatırmayı kesti.
Dünya, henüz duyulmamış olan sesin ve resmin iletiminden sonra onun bir kaçık olduğunu düşündü.
Eğer destek o gün kesilmeseydi, günümüzde insanlar elektriği ücretsiz bir şekilde kablosuz olarak kullanabilecekti.
7. Tesla’nın en önemli projesi Kablosuz Enerji İletimi idi. 20 adet ampulü kablo olmadan 25 mil uzaktan yakabildiği kayıtlara geçmiştir.
8. Tesla alternatif akım ile ilgili olarak şu sözleri söylemiştir:
"…Kendi alternatif akım ve yüksek frekans ile ilgili “frekans yüksek olduğu müddetçe yüksek voltajlardaki alternatif akımlar derinin yüzeyinde, herhangi bir yaralanmaya neden olmadan salınırlar. Ama bu amatörlerin becerebileceği bir şey değildir. Sinir dokularına nüfuz edebilecek miliamperler öldürücü bir etki yaratabilir ama derinin üzerindeki amperler kısa süreler için zarar vermez. Derinin altına sızabilecek düşük akımlarsa, ister alternatif ister doğru akım olsunlar, ölüme yol açabilir."
9. Endüstrinin floresan lambayı "icat etmesi"nden 40 yıl kadar önce kendi laboratuvarında floresan lamba kullanıyordu.
Fuarlarda ve sergilerde cam tüplere ünlü bilim adamlarının isimlerinin şeklini veriyordu; bugün her yerde gördüğümüz neon ışıkların ilk örnekleri.
10. Ford ilk motorlu aracı ile gösteriş yaparken yanına giden Tesla bu kadar büyük bir motora gerek olmadığını anlatmış fakat Ford kendini fazla üstün gördüğü için Tesla’yı dinlememiş; bunun üzerine Tesla, ateşleme sistemini icat etmiş ve Ford’a bunu göstermek zorunda kalmıştır.
Fakat her zaman olduğu gibi şanssızlığı burada da kendini göstermiş ve Ford, ateşleme sistemini kullanmak için patentini kendine almıştır.
11. 1898'de, Madison Square Garden'da dünyaya ilk uzaktan kumandalı model botunu gösterir. Yani Tesla'ya uzaktan kumandalı uçaklar, arabalar ve botlar (ve hatta televizyonlar) için de teşekkür edebiliriz.
Geleneksel Elektrik Fuarının geliştiği yer ve genellikle Barnum-Bailey sirkinin çalıştığı büyük alanın ortasına büyük bir tank koydu ve suyla doldurdu. Bu küçük gölün üzerine, yüzmesi için, 1 metre uzunluğunda anten direği olan bir tekne koydu. Teknenin içinde bir radyo alıcısı vardı. Nikola Tesla, seyircilerin isteği doğrultusunda ileri gitme, sağa veya sola dönme, durma, geri gitme, ışıkları yakıp söndürme gibi çeşitli şeyleri uzaktan radyo kontrol sayesinde yaptı. Unutulmaz gösteri tüm seyircileri hayran bıraktığı gibi günlük gazetelerin ön sayfalarında yer aldı.
Nikola Tesla’yı izleyen herkes Nikola Tesla’nın bunu beyin gücüyle yaptığına inanmıştı.
Nikola Tesla'nın uzaktan kumandası temel alınarak günümüzde uzaktan kumanda ile kontrol edilebilen uzay mekikleri, uydular, cihazlar geliştirilmiştir.
12. Amerikalılar savaş zamanında Alman denizaltılarını bulabilmek için Edison’dan yardım istemiş ve Tesla’nın önerisi olan "enerji dalgalarını kullanalım" fikrine Edison'un şiddetle karşı çıkması sebebiyle bugün "radar" dediğimiz aygıt 25 yıl geç keşfedilmiştir.
13. Nikola Tesla uzaydaki hayatın varlığı ile de yakından ilgilenmiş. Dünya’da ilk defa 1899 yılının Mart ayında kendi laboratuvarından uzaya ses dalgaları göndermiştir.
Uzaydan kozmik ses dalgalarının kaydını yapmıştır. Bunun duyurusunu yaptığında bilim çevresinden ilgi ve destek görememesinin sebebi o yıllarda kozmik radyo dalgalarının bilim camiasında yeri olmamasıdır.
Tesla, Mars'tan ve Venüs'ten radyo sinyalleri aldığını belirtmişti. Bugün onun aslında sinyalleri uzaklardaki yıldızlardan aldığını biliyoruz, fakat o zamanlar evren hakkında çok az şey biliniyordu. Basın ise onun "rezil" iddialarıyla eğlendi.
14. Tesla, Marconi'nin kabul edilen radyonun icadından 10 yıl önce radyo ilkelerini zaten göstermişti.
Aslında (Tesla'nın öldüğü yıl olan) 1943'te yüksek mahkeme Tesla'nın daha önceki açıklamalarından dolayı Marconi'nin patentlerinin geçersiz olduğuna hükmetmişti. Hala pek çok referans kaynak radyonun icadıyla ilgili olarak Tesla'nın ismini zikretmiyor. (Ayrıca Marconi'nin radyosu sesi iletmiyordu, sadece sinyal iletiyordu, halbuki Tesla yıllar öncesinde ses iletimini göstermişti.)
15. Tesla'nın tabiatın işleyişini bizim göremediğimiz bir yetenekle görebildiği ortadaydı. Kilometrelerce öteden elektrik ampullerini yakabilmesi, depremler, şimşekler gibi doğayı kökten yok edebilecek güçleri kontrol edebilmesi bunu açıkça gösteriyor.
16. Tesla, dünyanın ilk hidroelektrik santralini Niagara şelalerinde gerçekleştirmiştir.
17. Tesla’nın başarıları karşısında elde ettiği ödül neydi dersiniz? Edison Madalyası!.. Edison tarafından sürekli eleştirilen birine bundan daha kötü bir ödül olamazdı.
18. Elektrik üzerine yaptığı sayısız deneyler ve buluşlar vardır. 7 Ocak 1943 yılında kendisine ait patent aldığı 700 buluşla en çok patent sahibi kişi olarak dünya tarihine geçmiştir.
19. Modern dünyayı icat eden insan, milyarder olabilecekken neredeyse meteliksiz bir şekilde 86 yaşında 7 Ocak 1943'te New Yorker otelinde ölü bulundu.
Tesla’nın bütün dokümanlarına ABD hükumeti tarafından el konuldu. Tesla’dan geride kalanlar üzerinde çalışmalara devam edildiği ve geliştirilen teknolojiler olduğu söylentileri bulunmaktadır.
20. Bilim adamları bugün onun notlarını satır satır taramaya devam ediyor. Uçuk teorilerinin çoğu bugünün ünlü bilim adamları tarafından ispatlanıyor.
Örneğin, Tesla pervanesiz disk türbin motoru, bugünün modern malzemeleriyle birleştirildiğinde, tasarlanmış en verimli motorlardan biri oluyor. 1901'de patentini aldığı kriyojenik (mutlak sıfıra yakın sıcaklıklarda) sıvılarla ve elektrikle olan deneyleri süper iletkenlerin kaynağını sağlıyor.
21. Elektron altı yükleri olan parçacıkların varlığını ortaya koyan deneylerden bahsetmişti, 1977'de bilim adamları nihayet keşfetti: Kuarklar.
Belki de tarih bir gün gerçek bir dahiyi gördüğü an tanıyabilecektir.
Ayrıca Nobel ödülünü reddetmiş tek bilim(fizik) adamıdır.
Prestij adlı 2006 yapımı filmde Nikola Tesla, David Bowie tarafından canlandırılıyor.
Günümüzde değeri gitgide anlaşılıyor ve onun fikirlerini çalan bilim adamları sık sık göndermelere maruz kalıyor.
Ve Tesla'dan sözler: "Paranın başkaları için taşıdığı anlam, benim için bir şey ifade etmiyor."
‘’Para insanların kendine biçtiği kıymete haiz değildir. Benim bütün param deneylere yatırılmıştır. Bunlarla yeni keşiflerde bulunup insanoğlunun yaşamını biraz daha kolaylaştırmasını sağlıyorum.’’
"Nefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi, bütün dünyayı aydınlatırdı."
"Bırakın doğruları gelecek söylesin ve herkesi eserlerine ve başarılarına göre değerlendirsin. Bugün onların olsun; ama uğrunda çok uğraştığım gelecek, benimdir."
Kaynaklar:
History Channel
Biyografi 400′den fazla buluşu olan mucit ”Nicola Tesla” | Redüktör, Varyatör, Dişli ve Motor Teknolojileri Dergisi
http://www.youtube.com/watch?v=xoCiy2hTEnw#t=134
http://www.gercekbilim.com/nikolanin-en-unlu-buluslari-nelerdir/
http://theoatmeal.com/comics/tesla
Nikola Tesla, gerçek büyük mucit, büyük bilim adamı | hafif.org
http://www.vuub.net/27/09/2013/gelecekten-gelen-adam-nikola-tesla/
http://tr.wikipedia.org/wiki/Nikola_Tesla
10 INVENTIONS of NIKOLA TESLA THAT CHANGED THE WORLD - Secrets of the Fed
▄▄▄▄▄▄
Türkçe yazının alındığı yer: https://onedio.com/haber/21-madde-ile-nikola-tesla-nin-zamaninin-cok-otesinde-bir-insan-oldugunun-kaniti-426731
[Edited at 2018-12-26 06:47 GMT] | | | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:18 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME ÜNLÜLERİMİZİ UNUTMADIK ... :))) | Dec 26, 2018 |
ADO_YORUM: Hürriyet de döktürmüş gene hee. İşte filan artis böyle yaşıyor, şöyle konforlu yaşıyor gibi magazin haberlerine eklemiş kar konulu bir yenisini. Hürriyet zaten çoktan uçup gitmişti gönlümdeki yerinden... Ne deyecektim... Ünlü ve paralı olmak vardı şimdi anasını satayım... Böyle manzaralarımız konu olacaktı Hürriyet'e, peşinde binlerce hayran... Lüküs konutlar... Yaşamak buna denirdi o zaman değil mi? ... See more | | | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:18 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME
--Alıntı--
"Halk sağlığını düşünen akademisyen hapse girebilir"
Odatv 02.01.2019 19:58
//Bülent ŞIK_ Foturafı netten buldum///
Gıda Mühendisi, Bianet yazarı ve akademiysen Bülent Şık hakkında Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanan "Türkiye'yi kanser eden ürünleri devlet gizledi, biz açıklıyoruz! İşte zehir listesi" başlıklı yazı dizisi nedeniyle 5 yıldan 12 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı.
Yrd. Doç. Dr. Bülent Şık hakkında , "Yasaklanan gizli bilgileri açıklama (TCK 258)”, “yasaklanan gizli bilgileri temin etme (TCK 334)” ve “göreve ilişkin sırrı açıklama (TCK 336)” suçlamalarıyla dava açıldı.
İstanbul Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu’ndan Savcı Gökhan Boydak tarafından hazırlanan iddianamede, suçlamaların gerekçesi Şık’ın Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan yazı dizisi olarak ifade edildi:
“Bülent Şık’ın görevi nedeniyle kendisine verilen veya aynı nedenle bilgi edindiği ve gizli kalması gereken belgeleri, kararları ve emirleri ve diğer tebligatı açıklayan veya yayınlayan veya ne suretle olursa olsun başkalarının bilgi edinmesini kolaylaştıran, yetkili makamların kanun ve düzenleyici işlemlere göre açıklanmasını yasakladığı ve niteliği bakımından gizli kalması gereken bilgileri temin ederek Cumhuriyet gazetesinde yayınladığı, bu nedenle şüphelinin üzerine atılı suçları işlediği anlaşılmaktadır.”
SAĞLIK BAKANLIĞI’NIN SUÇ DUYURUSU
Bülent Şık'ın yazı dizisi "Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli İllerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi Projesi"nin açıklanmayan verileri üzerineydi.
Cumhuriyet Gazetesi'ndeki yazı dizisi "Türkiye'yi kanser eden ürünleri devlet gizledi, biz açıklıyoruz! İşte zehir listesi" başlığıyla 15 Nisan 2018 günü başladı dört gün sürdü.
Sağlık Bakanlığı yazı dizisinin ardından “Halkta infiale neden olduğu”, “dış alımları etkilediği” gerekçeleriyle Şık hakkında suç duyurusunda bulundu. Şık'ın 5 yıldan 12 yıla kadar hapsinin istendiği İddianameyi ilk olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Suçları Soruşturma Bürosu hazırladı.
Ancak bu iddianame mahkemeden savcılığa geri gönderildi ve üzerinde değişiklik yapılmadan terör suçları bürosunca hazırlanarak mahkemeye tekrar iletildi.
AMAÇ KANSER YAPICI KİMYASALLARI TESPİT ETMEKTİ
Şık’ın yazı dizisindeki çalışma, 2011-2016 yılları arasında Sağlık Bakanlığı'na Sağlık Bakanlığı'na bağlı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu tarafından çeşitli üniversitelerden bilim insanları ve bakanlık personelinin katkıları ile yürütülmüştü. Amaç Türkiye'de kanser vakalarının en fazla görüldüğü bölgeler olan Kocaeli (Dilovası) ile Ergene Nehri Havzasında yer alan Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ illerinde çevresel ortamlarda bulunan kanserojen (kanser yapıcı) kimyasalları tespit etmekti.
22 Kasım 2016'de yayınlanana 677 sayılı KHK ile Akdeniz üniversitesindeki görevinden ihraç edilen Bülent Şık, bu projede gıda ve su ile ilgili araştırma projelerinin organizasyonu, analizlerin yapılması ve sonuç raporlarının yazımında görev almıştı.
Araştırma yapılan bölgelerdeki binlerce gıda ve su örneği Bülent Şık'ın 2010 - 2015 yılları arasında teknik müdür yardımcısı olarak görev aldığı Akdeniz Üniversitesi Gıda Güvenliği ve Tarımsal Araştırmalar Merkezi'nde analiz edildi.
Kaynak: https://odatv.com/halk-sagligini-dusunen-akademisyen-hapse-girebilir-02011905.html
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
ADO_YORUM: Bu tür saçmalıklardan kurtulmanın tek çaresi "Açık Toplum" olmaktan geçer... Eninde-sonunda insanlığın varacağı yer AÇIK TOPLUMdur.
[Edited at 2019-01-02 18:35 GMT] | |
|
|
Adnan Özdemir Turska Local time: 04:18 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME
--Alıntı--
"Öpüşme hakkında tüm merak edilenler"
Sözcü 6 Ocak 2019 05:36 Son güncelleme 05:36 | 6 Ocak 2019
1
Sevgimizi ve yakınlığımızı hissettirmenin en güzel ve en kolay yolu olan öpüşmenin insan sağlığı için çok yararlı olduğu ortaya çıktı. Öpüşmenin sağlığımızı nasıl etkilediğini biliyor muydunuz? İşte öpüşme hakkında tüm merak edilenler...
2
... See more | | | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:18 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME
--Alıntı--
"1.1 milyon öğrenci okulu bıraktı"
Haberleştiren: Erdoğan SÜZER/ Sözcü 06:30 12 Ocak 2019
*-*
*-*
Geçim sıkıntısı nedeniyle 5 yılda 1 milyon 155 bin üniversite öğrencisi okulu bırakmak zorunda kaldı.
Yoksul vatandaşlar destek ve hibelerle ayakta durmaya çalışırken, artan geçim sıkıntısı yüzünden son 5 yılda 1.1 milyon üniversite öğrencisinin okulunu bırakmak zorunda kaldığı ortaya çıktı. Üstelik resmi veriler üniversiteden kopan öğrenci sayısının her geçen yıl daha da arttığını gösteriyor.
CHP İzmir Milletvekili Ednan Arslan, son yıllarda üniversite öğrenimlerini yarıda bırakarak iş hayatına atılmak zorunda kalan öğrencilerin sayısını ortaya çıkarmak için iki ayrı bakanlıktan bilgi talebinde bulundu. Arslan bu amaçla Milli Eğitim Bakanlığı'ndan (MEB) okullardan kaydını sildiren öğrenci sayısını, Gençlik ve Spor Bakanlığı'ndan da devlet yurtlarına yerleştirilemeyen öğrenci sayısını istedi. Gelen yanıtlara göre sadece geçen yıl, başvuru yapmasına rağmen 40 bin öğrenci devlet yurdunda yer bulamadı. Dolayısıyla bu öğrenciler ya pahalı özel yurtlara gitmek ya da ev kiralamak zorunda kaldı.
GEÇEN YIL SAYI YÜZDE 92.2 ARTTI
MEB'den gelen yanıtta ise son 5 yılda 1 milyon 115 bin 530 öğrencinin büyük umutlarla kayıt yaptırdığı üniversitelerinden kaydını sildirdiği ya da kaydını dondurduğu bilgisi geldi. Resmi verilere göre, 2013-2014 eğitim öğretim döneminde 135 bin öğrenci üniversiteden koparken bu sayı devam eden sonraki yıl 161 bine, bir sonraki yıl 197 bine, 2016-2017 döneminde de 212 bine çıktı. Ekonomide sıkıntıların daha da arttığı en son 2017-2018 döneminde ise üniversiteyi bırakan öğrenci sayısı bir önceki yıla göre yüzde 92.2 gibi olağanüstü düzeyde artarak 408 bini aştı.
Arslan, son dönemde üniversite öğrencisi sayısının hızla artmasına karşın bütçeden ayrılan payın giderek düştüğüne de dikkat çekerken, “Ülke kaynakları saraylara, özel uçaklara saltanata değil, eğitime harcanmalıdır” önerisinde bulundu.
GENÇLERİ GİRDİKLERİ GİRDAPTAN ÇIKARMAK ZORUNDAYIZ
Ednan Arslan, ortaya çıkan tablonun işsizliğin, derinleşen yoksulluğun, insanların yaşadığı büyük çaresizliğin geldiği vahim boyutu gösterdiğini söyledi. Hiçbir ailenin çocuğunun eğitimini yarıda bırakmak istemeyeceğini, dişinden, tırnağından artırıp yine de çocuğunu okutmaya çalışacağını belirten Arslan, “Demek ki insanlar artık dişinden tırnağından artıramayacak duruma gelmiştir. Bu tabloyu bu iktidar yaratmıştır. Ülkemizin aydınlık geleceği olan gençlerimizi bu girdaptan kurtarmak zorundayız” dedi.
Kaynak: https://www.sozcu.com.tr/2019/ekonomi/1-1-milyon-ogrenci-okulu-birakti-3092464/
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
--Alıntı--
"Paralı poşet plastikten caydırmak için mi yoksa…"
Yazı: Yusuf Yavuz / Odatv 04.01.2019 19:30
*-*
*-*
Yeni yılın ilk uygulamalarından biri son 30 yılda hayatımıza sokulan ve 'vazgeçilmezler' arasına giren plastik torbaların 25 kuruşa satılması oldu. Market alışverişlerinden onlarca plastik torbayla dönmeye alışmış olanların her torba için 25 kuruş ödemesi caydırıcı olur mu bilinmez ancak bu uygulamanın plastik torbaların saltanatını sona erdireceğini düşünmek bir hayli saflık olur.
Marketlerde kullanılan plastik torbaların ortalama kilogram fiyatları 10 ila 15 lira arasında değişiyor. Bir kilo plastik market torbasından yaklaşık 140 tane çıkıyor. 25 kuruş ile çarpıldığında, bir kilo plastik torbanın satışından elde edilen gelir 35 lirayı buluyor. Bir bakıma plastik torba satışından kilogramda yüzde 300'ün üstünden bir kar elde edecek marketler. Devlet de bu karşı satıştan peşin peşin vergisini alacak. 25 kuruş gibi oldukça küçük bir meblağ için çoğu tüketici de cebinde bez torba ya da file taşımaya gerek görmeyeceğinden vatandaş yeni yıla ödediği 'dolaylı vergilere' bir yenisi daha eklenmiş olarak girmiş olacak. Düzenlemeye göre plastik torbaları ücretsiz veren işletmelere para cezası uygulanacak.
PARALI HALE GETİRMEK PLASTİĞE ÇÖZÜM OLACAK MI?
Görünüşte 'çevreyi koruma' kılıfına sokulan paralı poşet uygulamasının çevre kirliliğinin önlenmesine bir katkı sağlamayacak. Çünkü aslolan plastik torbaların parayla satılması değil, üretiminin denetim altına alınması. Geçmişte çarşı-pazarlarda zaten parayla satılan plastik torbaların dev market zincirleri eliyle müşteri cazibesi aracı olarak ücretsiz hale getirilmesinin sonucu kullanımı 'olağan' hale getirildi. Şimdi ise 'çevreci uygulama' sosuyla tüpten çıkmış olan macun yeniden tüpe sokulmaya çalışılıyor.
DAKİKADA 1 MİLYONDAN FAZLA PLASTİK TORBA TÜKETİLİYOR
Bu uygulamanın en yanıltıcı olan yanı ise 'çevrecilik' kavramının sorunun kökten çözümüne yönelik politikalar geliştirmek yerine sorunun denetim altında tutulmasını sağlayacak politikalara indirgenmiş olmasıdır. Dünyada bir dakikada 1 milyondan fazla plastik torba tüketildiği düşünülürse, ortaya çıkan korkunç tablo ile başa çıkabilmek için sorunun denetim altında tutulması değil, daha radikal çözümler üretilmesi gerekliliği ortaya çıkıyor. Plastik torba ve benzeri bir çok ambalajın dolaşıma çıkarıldığı dönemlerde 'geri dönüşüm' simgesiyle çevreci birer ürün olarak sunulduğunu da anımsatalım.
PLASTİK TORBAYI YASAKLAYAN İLK ÜLKE
Plastik torbaları yasaklayan ilk ülkeler sanıldığı gibi 'gelişmiş' batılı ülkeler değil. Dünyada plastik torbaları yasaklayan ilk ülke Bangladeş. Ülkede sık yaşanan sel felaketleri sırasında plastik torbaların drenaj ve su tahliye kanallarının tıkanmasına neden olduğu anlaşılınca Bangladeş 2002 yılında plastik torbalara yasak getirdi. Kenya ise 2017 yılında plastik torbaları yasakladı.
İSVEÇLİ MÜHENDİSİN TASARIMI DÜNYANIN BAŞINA BELA OLDU
İsveçli Celloplast şirketi, 1962 yılında plastik market torbasının patentini aldı. İsveçli Mühendis ve paket tasarımcısı Sten Gustaf Thulin (1914-2006) tarafından tasarlanan plastik torba, 1970'lerde Avrupa'da yaygınlaşmaya başladı. 1980'lerin başından itibaren ise Amerika'daki zincir marketlerde kağıt ambalajların yerini aldı. Aynı yıllarda hızla Türkiye'ye giren plastik torbalar, çarşı-pazarlarda 'naylon torbaaa' diye bağıran seyyar satıcılar için yeni bir 'oyalanma' kapısı araladı. 1980'lerde uygulanan 'serbest piyasa' ekonomisiyle önce çökertilen, 1990'larda ise market zincirleri tarafından yerle bir edilen 'çarşı-pazar' kültürüyle birlikte kese kağıdı, file ve her evin sabit pazar çantası rafa kaldırılırken "zamane kolaylığı" algısıyla dayatılan plastik torbalar Ağrı dağının zirvesinden Tuz Gölü'nün tuz tavalarına kadar ulaştı.
PLASTİK SANDALYELERİ KİMSE ÜCRETSİZ DAĞITMADI
Plastik, tüketim kültürünün yaslandığı 'kullan-at' ilkesinin simgelerinden biri. Plastik torba ise bunun yalnızca görünen yüzü. Giydiğiniz çoraplardan kullandığınız battaniyelere, gıdadan tekstile gündelik yaşamın bir çok alanında plastik içerikli ürünlerle kuşatılmış durumdayız ve bu ürünlerin hepsini de para verip evlerimize, yaşamımıza kendi ellerimizle sokuyoruz. Hiç kimse plastik sandalyeleri ve onun üzerine giydirilen plastik dekorları ücretsiz dağıtmadı!
‘KOLAYLIK’ OLARAK SUNULAN SORUNLAR
Bugün bir sorun olarak tartışır olduğumuz plastik torbaların yararları geçmişte saymakla bitirilemiyordu. Yaşamımıza 'kolaylık' olarak sokulan bir çok nesnenin gelecekte başımıza nasıl bir bela açacağı konusundaki uyarılara genellikle kulak tıkarken, kolaycılığa yönelik eğilimimiz bu kısır döngüyü de besliyor. Bugün de benzeri konularda topluma dayatılan ürün ve uygulamalara karşı yapılan uyarılara aynı gerekçelerle duymazdan geliyor.
DAĞARCIKTAN PLASTİK TORBAYA NASIL GELDİK?
'Torba' kelimesi, Türk toplumu için bir çok kavramı karşılıyordu. "Milletin ağzı torba değil ki büzesin" özdeyişindeki torba, dağarcık'tır. Keçi derisinden yapılan bir tür çoban torbası olan dağarcık, mecazen de 'bellek' olarak kullanılır. Anadolu halkının kültürel unsurlarının toplamını içine alan bir simge olan dağarcık, hepimizin ortak belleğidir. Dağarcık dericiliği, dericilik hayvancılığı, hayvancılık ise köklü bir sosyal ve kültürel hayatı besliyordu. İran'ın Hoy kentinden gelip Anadolu'daki ilk esnaf teşkilatını kuran Ahi Evran (Şeyh Nasıreddin Mahmut el Hoyi) bir deri (Debbağ) ustasıydı. Sahtiyancılık, Türklere özgü bir dericilik sanatıydı. Ahi Evran'ın ilk yerleştiği kentlerden biri olan Kayseri, Urfa, Diyarbakır, Elazığ, Yalvaç, Bergama ve onlarca irili ufaklı kent dericilikle öne çıkıyordu. Dericilik korunması gerekirken, plastiğe yenildi.
KAYBETTİĞİMİZ ŞEY ASLINDA KENDİ KENDİNE YETME KÜLTÜRÜMÜZDÜR
Türkiye yeni yıla plastik torbaları tartışarak girerken benim de aklıma yitip giden dağarcığımız geldi. Bir kez üretilince evladiyelik bir dayanıklığa sahip olan dağarcıklar, kendi kendine yeten bir yaşama biçimini simgeliyordu. Biz plastik torbaları tartışırken yitip giden işte o yaşama biçiminin kendisidir...
Kaynak: https://odatv.com/parali-poset-plastikten-caydirmak-icin-mi-yoksa-04011955.html
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
--Alıntı--
"Aralarında kamu görevlilerinin de bulunduğu 'Arsızlar çetesi' çökertildi"
Cumhuriyet.com.tr / Yayınlanma tarihi: 12 Ocak 2019 Cumartesi, 15:36
*-*
*-*
*-*
*-*
İstanbul'da 'Arsızlar çetesi' olarak bilinen suç örgütüne yönelik düzenlenen operasyonda gözaltına alınan, aralarında kamu görevlilerinin de bulunduğu 28 şüpheliden 20’si tutuklandı.
Araç kiralama şirketlerinden, otomobilleri sahte belgelerle kiralayan şebekenin yaklaşık 500 kişiden 5 milyon lira vurgun yaptığı öğrenildi. Çete üyeleri arasında bir jandarma, bir polis ve 6 noter katibinin de bulunduğu ortaya çıktı.
Sözcü'de yer alan haber şöyle: “Arsızlar Çetesi” olarak bilinen suç örgütüne yönelik operasyon İstanbul Emniyetine bağlı Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince gerçekleştirildi. Polisi harekete geçiren olay, 6 ay önce polise yapılan bir ihbarla ortaya çıktı. İddiaya göre; polisi arayan kişi, ‘Rent A Car’lardan araç kiralayan bir şebekenin sahte belgelerle bu araçları sattığını ihbar etti. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı talimatıyla başlayan soruşturmada, çete üyelerinin tespiti için teknik ve fiziki takip çalışması yapıldı.
3 AŞAMALI İŞLEM: ÖNCE GPS SÖKÜLDÜ
Polisin yaptığı çalışmada; şebekenin 3 aşamalı işlem yaptığı anlaşıldı. Buna göre, şebeke üyesi önce İstanbul'a yakın yerlerden araç kiraladı. Aracı başka ile götürmeyeceğini söyleyen şebeke üyeleri, otomobillerdeki GPS cihazlarını “Organ nakli” adı verilen bir yöntemle söktü. GPS güç kaynağı kesilmeden çalışır vaziyette bırakıldı.
ARAÇ BAŞKA BİR KENTE GÖTÜRÜLÜP, ÇETE ÜYESİ NOTERLE SATILIYOR
Bu işlemlerin ardından, başka bir kente götürülen araç, sahte belgelerle bir şebeke üyesine devredildi.
SATIN ALAN ŞEBEKE ÜYESİ DE İNTERNETTEN SATIŞA ÇIKARIYOR
Daha sonra ise piyasa değerinin 5 bin lira altında fiyatlara internetten satışa çıkarılan araç, üçüncü şahıslara satıldı.
Polis ekipleri şebekenin satış işlemlerini kolay bir şekilde yaptığını belirleyince soruşturma derinleştirildi.
NOTER KATİBİ İLE SATIŞ
Polisin çalışması ‘satış işleminin neden kolay yapıldığını’ da ortaya koydu. İddiaya göre şebeke üyeleri, araç sahipleriyle ilgili bilgilerini almak için bir asker bir polis ve 6 noter katibi ile ortak çalışıyordu.
Araç sahibinin bilgileriyle Avcılar'daki bir adreste sahte kimlik üretiliyordu. Bu kimliklerle şebeke üyesi noter katipleri vasıtasıyla satış işlemleri yapılıyordu. Noter katiplerine bu işleme karşılık 10 bin lira ödeniyordu.
DEVREYE POLİS ÇEKİCİSİ GİRDİ
Polisin takibi sırasında Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinde araç kiralayan çete üyeleri, Kocaeli’nin Gebze ilçesinde bir noter katibi üzerinden işlem yaptı. Araç şebeke üyesine devredildi. Takip sırasında durumu belirleyen ekipler bir plan yaptı. Araç, satışının engellenmesi için gizlice bir çekiciye yüklendi. Daha sonra ise Emniyet Müdürlüğünün otoparkına götürüldü.
‘ARACIMIZ ÇALINDI'
“Arsızlar Çetesi”nin üyeleri bu olayın ardından “Aracımız çalındı” diyerek Kağıthane'de polis merkezine giderek şikayetçi oldu. Polis takip sırasında benzer yöntemle 6 aracı kurtardı.
PARALARI SEVGİLİ DAĞITMIŞ
Çalışmalarda şebekenin elebaşının Mustafa ve Serdar B. kardeşler olduğu anlaşıldı. Şebekenin rüşvet işlerini ise Mustafa B.'nin sevgilisi Serpil D.'nin organize ettiği belirlendi. Araştırmalarda, aralarında 6 noter katibi, 1 uzman jandarma ve 1 polisin de aralarında bulunduğu toplam 33 şüpheli belirlendi.
EVLERİ YÜZLERCE KİŞİYE KİRALADI
Şebekenin, araç kiralama dolandırıcılığıyla birlikte sahte belgelerle ev kiraladığı da tespit edildi. Bu yöntemde şebeke önce günlük ev kiraladı. Daha sonra ise sahte belgelerle ev sahibi gibi davranan çete üyeleri, bu daireleri 3 aylık peşinat ve 1 depozito karşılığında onlarca kişiye kiraladı.
GECE HAYATINDA HARCAMIŞLAR
Yaklaşık 500 kişiyi dolandıran şebekenin, 5 milyon lira vurgun yaptığı tespit edildi. Şebeke elebaşlarının vurgun yaptıkları paraları gece hayatında harcadıkları belirtildi.
SEKİZ İLDE OPERASYON
Araştırmaların tamamlanmasının ardından operasyon kararı alındı. İstanbul, Balıkesir, İzmir, Şanlıurfa, Kocaeli, Burdur, Mersin ve Bolu'daki adreslere eşzamanlı baskın düzenlendi. Operasyonda haklarında yakalama kararı bulunan şüphelilerden aralarında şebeke elebaşları noter katipleri ve kamu görevlilerin de aralarında bulunduğu 28 şüpheli gözaltına alındı.
ÇOK SAYIDA SUÇ
Emniyete götürülen şüpheliler hakkında “Resmi Belgede Sahtecilik” “Nitelikli Dolandırıcılık” “Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurmak ve Yönetmek” “Kurulan Örgüte Üye Olmak” “Kurulan Örgüte Üye Olmamakla Birlikte Örgüt Adına Suç İşlemek” “Rüşvet” suçlarından işlem yapıldı.
Emniyetteki işlemleri tamamlanan şüpheliler, adliyeye sevk edildi. Aralarında noter katibi ve kamu görevlilerinin de bulunduğu 20 şüpheli tutuklandı. Diğer 8 şüpheli hakkında ise adli kontrol hükmü uygulandı.
Kaynak: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/1199430/Aralarinda_kamu_gorevlilerinin_de_bulundugu__Arsizlar_cetesi__cokertildi.html
____
_______
ADO_YORUM: ..."gece hayatında harcamışlar"...
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
--Alıntı--
"Tekke köyünün 3 güzel dedesi ömürlerini verip kıraç tepeleri orman yaptı"
Haberleştiren: MUSA KESLER 13.01.2019 - 08:30, Son Güncelleme: 13.01.2019 - 09:29
*-*
*-*
*-*
*-*
Canla başla çalışarak yıllarca çorak tepelere çıplak elle fidanlar diktiler. Şimdi kendi ektikleri ormanın gölgesinde yaşıyorlar. Onlar Konya Akşehir’e bağlı Tekke Köyü’nün Ramazan, Şükrü ve Mevlüt Karakoyun kardeşleri.
KARAKOYUN kardeşler, Konya Akşehir’e bağlı Tekke Köyü’nde yıllar önce başlayan ağaçlandırma seferberliğinin bir asra merdiven dayamış son şahitleri. Yıllar önce fidanlar diktikleri çırılçıplak tepelerin zümrüt denizine dönüştüğünü görebildiler.
Kendi diktikleri ağaçların gölgesinde şenlikler yaptılar, eskileri andılar. O günlerden geriye neredeyse bir tek onlar kaldı. Herkeslerin göçüp gittiği ve 10-15 haneye düşen köyde yaşamaya devam ediyorlar. Orman Bölge Müdürlüğü de onları unutmamış, hazırladıkları küçük bir filmde ağızlarından hikâyelerini ölümsüzleştirmişti. Lapa lapa karların sedir dallarına konduğu bir günde bu üç güzel dedeyle buluştuk ve eskileri konuştuk.
‘TEK TEK HATIRLIYORUM’
Ramazan Karakoyun 89 yaşında, 5 çocuğu, çok sayıda da torunu var. Askerliği dışında hep köyünde yaşamış. Eşini 6 yıl önce kaybetmiş. Yıllarca ormana fidan dikmiş. 26 yıl da bekçiliğini yapmış. Çok emek verdiğini anlatıyor ama 26 yıl buradan ekmek yediğini de vefayla hatırlıyor. Diktiği ağaçlardan yerini tek tek hatırladıkları bile var. “Kaç tane istiyorsun, göstereyim hemen” diyor gururla. Kıdemli olmanın özgüveniyle şunları söylüyor:
“Bu ormanların her yerinde çalıştım. 1958-1959 gibi başladım. Hep dikdik, hep dikdik. Çok çam dikdik. Dumanlı sedir de dikdik. Az da göknar... Hanımım da bana azık getirirdi. O da yardım eder, dikim yapardı. Fidanları ya merkeplerle taşır ya da kucağımızda çıkarırdık. O zamanlar dağlar çıplaktı. Şimdi içinden geçilmez. Sonunda ormana kavuştuk ama başlangıcında ‘Biz bunların büyüdüğünü göremeyiz’ derdik. Cenab-ı Allah hepsini gösterdi. Sonradan huzur evi yapılırken de hem ağaç diktim hem de dikenlere tarif ettim. Çok uğraştım, çok emek verdim. Nerede bir boşluk var oraya gittim. Bekçiliğini yapıp korudum.”
Şükrü Karakoyun ise 85 yaşında... 6 çocuk büyütmüş. “Hastayım çok konuşamayacam” diye başladı söze. “40 yılımı bu ormanlara verdim. Her yerinde çalıştım. Kadın-erkek herkes çalıştı. Nice canlar geldi geçti, kimseler kalmadı şimdi” diyerek hüzünle anlatıyor yaşadıklarını.
‘BAKTIĞIMIZDA FAREYİ GÖRÜRDÜK’
KARDEŞLERİN en küçüğü Mevlüt Karakoyun 84 yaşında... 4 çocuğu var. Dağlara baktı, bir iç geçirdi ve şöyle devam etti: “Dağlar çırılçıplaktı o zamanlar. Çok az bir orman kalmış. Hep kesilmiş eskiden. Her yer meydandaydı. Köyden bakardık, bir fare bile kaçsa görürdük dağda. Şimdi ne mümkün! Gençken yaşadığımız sellere, orman set oldu. Suyu bile salmıyor orman. Birini bırakıyorsa, üçünü tutuyor. Ağaçlandı tepeler, çok güzel oldu. Şimdi kışlar bile değişik. Hep yürüyerek giderim ormana. Yaylaya çıkarım. Hoş gitmeme de gerek yok zira ormanın içinde yaşıyoruz zaten. Her ağacın canı var. Ağzı dili yok ama onlar da can. Bize yoldaşlık ediyorlar.”
Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/tekke-koyunun-3-guzel-dedesi-omurlerini-verip-kirac-tepeleri-orman-yapti-41081330
[Edited at 2019-01-13 15:00 GMT] | | | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:18 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME Gözel habarlar görmek istiyordum. Ararkana burayı buldum... | Jan 15, 2019 |
--Tümüylen alıntıdır--
GOOD NEWS NETWORK
Good News in History, January 15
By Good News Network - Jan 15, 2019
10 years ago today, a cool-headed pilot, Capt. Chesley “Sully” Sullenberger, made an emergency landing in the Hudson River shortly after takeoff from LaGuardia Airport in New York City. Not wanting to endanger any pedestrians below, Sully steered the jet into the river—and soon the crew had evacuat... See more --Tümüylen alıntıdır--
GOOD NEWS NETWORK
Good News in History, January 15
By Good News Network - Jan 15, 2019
10 years ago today, a cool-headed pilot, Capt. Chesley “Sully” Sullenberger, made an emergency landing in the Hudson River shortly after takeoff from LaGuardia Airport in New York City. Not wanting to endanger any pedestrians below, Sully steered the jet into the river—and soon the crew had evacuated all 155 passengers without casualty. The US Airways Airbus A320 malfunctioned after four geese flew into the engines at an elevation of 2000-foot/640 meters. Afterward, Sully said… (2009)
Photo by Greg L, CC license
He was surprised by all the accolades and attention the event received and said, “I realize how this event had touched people’s lives, how ready they were for good news, how much they wanted to feel hopeful again. We’ve had a worldwide economic downturn, and people are confused, fearful and just so ready for good news.”
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
MORE Good News on this Date:
The British Museum opened (1759)
Robert Morris argued before the U.S. Congress for decimal coins (1782)
Alpha Kappa Alpha, the first sorority for black women was established (1908)
US President Nixon ceases offensive actions in Vietnam (1973)
90 years ago today, Martin Luther King Jr., American civil rights leader and Nobel laureate, was born in Atlanta. He led the Montgomery bus boycott at age 26, established the Southern Christian Leadership Conference, and worked for 13 years to peacefully end segregation. His “I Have a Dream” speech delivered on the steps of the Lincoln Memorial in Washington, DC was one of the most powerful and inspiring events in America’s History. (1929)
And, on this day in 2001, Wikipedia was launched on the Web by Jimmy Wales and Larry Sanger. Wikipedia-logo-small
The free online encyclopedia is in the form of a wiki, a website that allows editing of its content by users directly from a web browser. One peer-reviewed study in the British journal Nature found that Wikipedia is about as accurate on the subject of science as the Encyclopedia Britannica, after a comparison of 42 topics in each publication. Run by the nonprofit, Wikimedia Foundation and supported by user donations and grants, Wikipedia is one of the top ten most visited websites in the world, with over 38 million articles in 250 languages.
Also, on this day in 1967, the first ‘Super Bowl’ was played between the rival American Football Conference and the National Football Conference to determine the best NFL team.
The Green Bay Packers beat the Kansas City Chiefs by a wide margin — 35 to 10—in the championship game, which wouldn’t be called the Super Bowl until later. The following year, the Green Bay Packers (the only non-profit team in the NFL) won again, beating the Oakland Raiders by the score of 33–14.
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
UK Trains Will Run On Hydrogen Power Within Three Years and Produce Zero Emissions
By Good News Network - Jan 9, 2019
For the first time ever, hydrogen-fueled trains will soon be running on UK railways.
The train, codenamed “Breeze”, will convert existing Class 321 trains, which will reengineer some of the UK’s most reliable rolling stock and create a clean train for the modern age.
These trains could run across the UK as early as 2022, emitting only water and zero harmful emissions.
The conversion will be carried out by French transit company Alstom in partnership with Eversholt Rail. The two companies have confirmed that their initial, comprehensive engineering study is now complete, and the train design concept finalized. The innovative technical solution defined is the first to allow a hydrogen train to fit within the standard UK loading gauge, and it will also create more space for passengers than the trains they are intended to replace.
MORE: After Becoming Largest European City to Offer Free Public Transit, They’re Enjoying a ‘Revolution’ From Their Buses
“The Breeze will be a clean new train for the UK with a stylish, modern look,” said Nick Crossfield, Alstom UK & Ireland Managing Director. “In Germany, Alstom’s hydrogen trains are already transporting passengers in the comfort and quiet that is characteristic of these trains. The Breeze offers British rail users the opportunity to share in the pleasure that is a journey on a hydrogen train.”
“Hydrogen train technology is an exciting innovation which has the potential to transform our railway, making journeys cleaner and greener by cutting CO2 emissions even further,” said UK Rail Minister Andrew Jones MP in a press release. “We are working with industry to establish how hydrogen trains can play an important part in the future, delivering better services on rural and inter-urban routes.”
The Alstom facility in Widnes will manage the conversion of the Breeze trains, which will also create engineering jobs in the emerging sector.
Power Up With Positivity By Sharing The Good News With Your Friends On Social Media – Photo by Alstom
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
The Joy of Holding a Book Will Never Go Out of Style: Sales Improve for Fifth Year in a Row
By McKinley Corbley - Dec 28, 2018
While some zealous literary fans may have been worried about the declining popularity of printed books in the face of e-readers entering the market, these reports say that you have nothing to fear.
Research from the NDP Bookscan, a system that records over 80% of American book purchases, shows that printed book sales rose by 1.9% last year, followed by a further increase of 2% during the first half of 2018.
The data continues the 5-year trend of improving book sales, with a collective increase of 10.8% more books being sold since 2013.
LOOK: School Installs Vending Machine That Dispenses Free Books to Kids Who Read
Additionally, book sales are projected to continue improving every year. In 2022, consumers around the world are expected to spend roughly $50.3 billion on printed and audiobooks – which is $2.5 billion more than what was spent in 2017.
Some studies show that people are maintaining their love of printed books because they don’t contribute to excessive screen exposure; people prefer having physical ownership of something they value; and readers are also more likely to remember information from printed sources, rather than screens.
Other consumers also feel that it sets a good example for kids, as growing up surrounded by books has been shown to have positive lasting effects on the mind.
.
.
.
...
Yeri: https://www.goodnewsnetwork.org/printed-book-sales-improve-in-2018/
[Edited at 2019-01-15 15:36 GMT] ▲ Collapse | | | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:18 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME
--Alıntı--
"Köyler için ayrılan 140 milyon 877 bin 661 TL nereye gitti"
Yazı: Murat Ağırel / Odatv 17.01.2019 20:00
//Foturafları netten buldum///
*-*
Sayıştay’ın denetlemeleri sonucunda tespit ettiği usulsüzlükleri ve kamunun uğradığı zararları, yayınlamış olduğu raporlardan sizlere aktarmaya devam ediyorum.
Yazılı ve görsel medyanın bazıları yapılan bu usulsüzlükleri görmezlikten gele dursun, sizlerin bu konuda ne kadar duyarlı ve ilgili olduğunu çok net şekilde görüyorum ve duyarsız kalmadığınız için teşekkür ediyorum.
Bu yazımda sizlere Sayıştay’ın İl Özel İdarelerini denetlemesi sonucu hazırladığı raporlarda belirtilen usulsüzlükleri aktaracağım. Raporlarda ve yazımın içerisinde sıklık ile “Köylere Hizmet Götürme Birlikleri”ni (KHGB) okuyacaksınız.
NEDİR BU KÖYLERE HİZMET GÖTÜRME BİRLİKLERİ (KHGB)?
Köy ve köylülerimizin Ülkemizin kalkınmasında ki yeri paha biçilmezdir Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ‘’Köylü Milletin Efendisidir’’ diyerek köylülerin Ülkemiz adına ne kadar önemli ve değerli olduğunun adeta altını çizmiştir. Köylerimizin, ülke ekonomisi ve sosyal hayatına büyük etkileri oldu kaçınılmaz bir gerçektir.
AKP İktidarı şaşılacak şekilde alkışlanacak bir kanun çıkarmıştır.2005 yılında 5355 sayılı Mahalli İdareler Kanunu çıkmış ve 10.05.2005 tarihinde Resmi Gazete ’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Kanun Çerçevesinde kurulan Mahalli İdare birimlerinden biride ‘’Köylere Hizmet Götürme’’ birlikleridir. Bu birliklerin kuruluş amacıKöye yönelik hizmetlere ilişkin yapım, bakım ve onarım işleri, bölünmüş yol, elektrifikasyon, köy yolu, içme suyu, sulama suyu ve kanalizasyon yatırımlarının karşılanması olarak kanunda belirlenmiştir.
Köylere hizmet götürme birliklerinin yönetimi, illerde Valiler ilçelerde ise Kaymakamlara bırakılmıştır. Köylere hizmet götürme birliğinin meclisi, birlik başkanı başkanlığında, birliğe üye köylerin muhtarları ve o ilçeden seçilen il genel meclisi üyelerinden oluşacağı kanun ile belirlenmiştir.
Teorikte kuruluş amacı ve verilecek hizmet alanı olarak şahane görünmekte değil mi? Pratikte ise öyle olmadığını bir çok il ve ilçede paravan olarak kullanıldığını Sayıştay’ın raporlarından öğrenmiş bulunmaktayız. Bu birliğin yaptıracağı tüm işlerin Sayıştay’ın denetiminden, 4734 ve 4735 sayılı ihale kanununda muaf tutularak yapılmakta olduğunu denetleme raporlarından öğrenmiş bulunmaktayız.
Sayıştay, İl Özel idarelerine yapmış olduğu denetimlerde Bakanlıklar ve diğer kuruluşlardan İl Özel İdarelerine gönderilen yatırım ödeneklerinin İl Özel İdareleri tarafından ikinci bir kez aktarma konusu edilerek köylere hizmet götürme birliklerine aktarılmasının 5355 sayılı Kanunla yapılan düzenlemeye aykırı olduğu, bu aktarmalar yoluyla gerçekleştirilen ihalelerin ve gerçekleşen yatırımların kamu ihale mevzuatı ve Sayıştay Denetimi dışında kalınması sonucuna varmıştır.
Bu sonuca varmasına sebep olan nedenleri açıklayalım;
İl özel İdarelerinin birçoğunda aynı tespitler olduğu için İller ve amacı dışında aktarılan para miktarlarını belirterek başlayalım.
*-*
Sayıştay’ın raporuna istinaden, Köylerin ihtiyaçlarının karşılanması amacı dışında Köylere Hizmet Götürme Birlikleri hesabına gönderilen paranın toplamı 140 milyon 877 bin 661 TL ‘dir. Yani 140 Trilyon! Bu para ile bütün illerde yeni köyler kurulur!
Mesela nasıl amacı dışında paralar aktarılmış? Birkaç örnek ile açıklayalım
Ardahan Valiliği, 2 adet 4x4 arazi (pickup)aracı için toplam 405 Bin 803 TL, Merkez Hasköy 3 hekimlik aile sağlık merkezi binası yapım işi için 750 Bin TL, Ardahan Merkez Yalnızçam Uğurludağ Kayak Pisti Yapı işi için 490 Bin 880 TL gibi alım işlerini ,
Artvin Valiliği 100 Bin TL Hükümet Konağı bakım ve onarımına işlerini,
Bayburt Valiliği 1 Milyon TL Hükümet Konağı Onarım İşini ,
Hakkari Valiliği 272 Bin 590 TL Yüksekova Kapalı Tenis Kordu Yapım işini,
Iğdır Valiliği 48 Bin 380 TL 112 Acil Çağrı Merkezi hizmet binası yapım işini,
İl Özel İdareleri alımları bütçesinden yapmak yerine, kuruluş amacı Köylerde yol, alt yapı, bakım, onarım gibi hizmetlerin yapılmasını sağlamak olan ‘’Köylere Hizmet Götürme Birlikleri’’ bütçesinden gerçekleştirmişlerdir.
Sayıştay yayınlamış olduğu raporda bu usulsüzlüklerin nedeni olarak aynen şu şekilde açıklama yapmıştır; ’’2017 yılı yatırım programında yer alan Bakanlık ve Merkezi İdare kuruluşlarına ait projelere ayrılan yatırım ödeneklerinden 5302 Sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 6’ncı maddesi hükümleri kapsamında gerçekleştirilmesi için İl Özel İdaresine aktarılan ve listede yer alan…. TL tutarındaki ödeneğin… İl Özel İdaresince tekrar Köylere Hizmet Götürme Birliklerine aktarılmasının mevzuata uygun olmadığı, bu aktarmalarla 6085 sayılı Sayıştay Kanunu, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ve 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu dışında kalan bir alan oluştuğu değerlendirilmektedir.’’
Yani Sayıştay diyor ki; bu şekilde denetleme ve ihale kanunundan bu alım işlerini kaçırıyorsunuz. Bütün İl Özel İdareleri Sayıştay’ın yaptığı bu tespiti kabul edip, sonraki yılda düzeltileceğini bildirmiştir.
Hatta örnek olarak Ardahan İl Özel İdaresi Sayıştay’a vermiş olduğu cevapta ‘’Özetle Bakanlık ve Merkezi idare kuruluşları tarafından, il özel idarelerince gerçekleştirilmek üzere aktarılan yatırım ödeneklerinin, işin aciliyeti, Ardahan ilinin inşaat çalışma sezonunun kısa olması ve ihale süreçlerinde zaman kaybını önlemek amacıyla Köylere Hizmet Götürme Birliklerine aktarıldığı ve bundan sonra aktarılacak ödeneklerin de 5355 sayılı Mahalli İdareler Kanunu'nun 18 inci maddesi dikkate alınarak yapılacağı belirtilmiştir’’diye ihaleden kaçınmak için yaptıklarını kabul eden bir açıklama yapmıştır.
TRAFO BEDELLERİ, DAĞITIM ŞİRKETLERİ YERİNE İL ÖZEL İDARESİ TARAFINDAN KARŞILANMAKTADIR
Sayıştay’ın İl Özel İdareleri hakkında yaptığı denetim sonucunda öğrenmiş olduğumuz bilgiler bunlar ile sınır değil tabi. Mesela;
Ardahan İl Özel İdaresi, Çıldır İlçesi Karabeyi Köyü ve Göle İlçesi Küçükaltunbulak Köyleri ile Merkez Köprücük Köyü Enerji Nakil Hattı ve Göle Budaklı Köyü Yayla İçme suyu Enerji nakil hattı için gerekli olan trafo kurulum giderleri olan 589 Bin TL ‘yi İl Özel İdaresi Bütçesinden karşılamıştır.
Bingöl İl Özel İdaresi, Enerji müsaadesi alınabilmesi için Dağıtım Şirketince yapılması gereken trafo yapım işi İl Özel idaresi tarafından yaptırılmıştır.
Rize İl Özel İdaresi, Rize Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü Sosyal Hizmet Merkezi Binasına elektrik verilmesi için gerekli olan trafo kurulumunu Çoruh Elektrik Dağıtım A.Ş. yapması gerekirken İl Özel idaresi yaptırmış ve gideri olan 175 Bin 432 TL’yi bütçesinden karşılamıştır.
Kanunen bu trafo yapım işinin giderlerinin dağıtım hizmeti veren şirketler yapmak ve karşılamak zorundadır. İl özel idarelerinin Sayıştay’a yapmış olduğu açıklamalarda ‘’kamu binasının hizmete açılmasının gecikmemesi’’ nedeni ile yaptırdıklarını belirtmişlerdir. Sayıştay ise Mevzuat gereği dağıtım şirketlerinin bu bedeli yasal faizleri ile birlikte en fazla 12 eşit taksitte ödemesi gerektiğini İl Özel idarelerine bildirmiş ve İl Özel İdareleride bu hususta gerekenin yapılacağını bildirmiştir.
Yine Raporlardan Gümüşhane İl Özel İdaresi nin6360 sayılı Kanun’a aykırı olarak 2017 yılında spor kulüplerine toplam 500 Bin TL nakdî yardım yapılmış olduğunu öğrenmiş bulunmaktayız.
Köylerin kalkınması için çıkarılan kanun resmen başka amaçlar için kullanılmıştır. Farklı amaçlar için kullanılan rakamlar şayet köylerde hizmet için harcanmış olsa Köy ’den Kentlere göç oranı da eminim ki düşecektir. Umarım Enerji dağıtım şirketlerine tanınan bu imtiyazlar da son bulur.
Kaynak: https://odatv.com/koyler-icin-ayrilan-140-milyon-877-bin-661-tl-nereye-gitti-17011919.html
YAZARIN, YOLSUZLUKLARI ARAŞTIRDIĞI YAZILARI BURADA: ->
https://odatv.com/ara.php?q=murat%20ağırel
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄
--Alıntı--
"Araplara satmak için yapılan villaların altından hangi siyasetçiler çıktı"
Yazı: Yusuf Yavuz / Odatv 17.01.2019 17:12
Tarihi evleriyle ünlü Mudurnu’da Araplara satmak için inşa edilen Türkiye’nin konuştuğu villaların arkasından iki İslamcı partinin ilçe başkanı çıktı.
Bolu’nun geleneksel sivil mimari örneği tarihi evleriyle ünlü Mudurnu ilçesi bir süredir bu evlerle değil, ilçe merkezine 3 kilometre mesafede inşa edilen ve Kont Drakula’nın şatosuna benzetilen yüzlerce villa ile gündemde. Araplara satmak için inşa edilen ve ilginç mimarisiyle dikkatleri üzerine çeken 732 villayı inşa eden Sarot Grup ve bünyesindeki şirketler hakkında Kasım 2018’de mahkemenin iflas kararı vermesiyle gündeme gelen Burj Al Babas projesinin arkasından Türkiye’nin son dönemine damgasını vuran mücahit müteahhit öykülerinden biri çıktı.
ADINI BABAS KAPLICALARINDAN ALAN VİLLALAR 2011’DE BAŞLADI
Mudurnu’ya bağlı Dolayüz köyü sınırlarında 2011 yılında yapımına başlanan Burj Al Babas villaları adını bu bölgede bulunan "Babas" kaplıcasından alıyor. Burj ise Arapça’da kule anlamına geliyor. İlginç mimarisiyle dikkatleri ve tepkileri üzerine çeken Babas kulelerinin arkasında ise ilginç bir girişimcilik öyküsü yatıyor. Daha önce Mudurnu’da Sarot Termal adıyla devre mülk inşa eden Sarot Termal Gayrimenkul Turizm İnşaat A.Ş., 24 Eylül 2010’te İstanbul’da kuruldu. 200 bin lira sermaye ile kurulan şirketin adresi, Arnavutköy'deydi. Yönetim kuruluna ise Bülent Yılmaz, Mezher Yerdelen ve Haydar Yerdelen seçildi.
//Adem Tekgöz'ün kurduğu Burj Global şirketi///
BİRİ SAADET DİĞERİ İSE HAS PARTİ’NİN İLÇE BAŞKANLIĞINI YAPTI
Sarot şirketinin Yönetim Kurulu Üyesi olan Haydar Yerdelen, şirketin kuruluşundan yaklaşık bir ay sonra kurulan ve Numan Kurtulmuş’un Genel Başkanlığını yaptığı HAS Parti’nin Arnavutköy ilçe başkanı oldu. Sarot şirketinin yönetim kurulu başkanı Mehmet Emin Yerdelen ise 2009 yılında Saadet Partisi’nin Arnavutköy ilçe başkanı olurken aynı zamanda partinin İstanbul il yönetiminde görev alıyordu. Mehmet Emin Yerdelen’in İstanbul’da ayrıca “3Y Taş Ocağı ve Maden İşletmeciliği” adında bir başka şirketi daha bulunuyor.
//Villaları yapan şirketin sahibi Mehmet Emin Yerdelen Saadet Partisi'nin ilçe kongresinde///
Mudurnu Belediye Başkanı İnegöl ve Sarot şirketi sahibi Mehmet Emin Yerdelen
İFLASTAN ÖNCE ŞİRKETİN HİSSELERİ KUVEYTLİ AL GAMMAL’A DEVREDİLDİ
Burj Al Babas şirketiyle ilgili iflas kararının ve Mudurnu’daki tartışmalı villaların gündeme gelmesinden yaklaşık 1,5 yıl önce 6 Nisan 2017 tarihinde İstanbul’da ‘Burj Global İnşaat Gayrimenkul Pazarlama A.Ş. adıyla bir şirket kuruldu. Kuruluşunda 75 bin lira sermayesi bulunan yeni şirketin yöneticisi de Sarot firması çalışanı olduğu öne sürülen Adem Tekgöz oldu. Yurt içinde ve dışında her türlü emlak, inşaat ve turistik tesisler yapıp satmak amacıyla kurulan şirket, bir ay gibi kısa bir süre sonra 22 Mayıs 2017 tarihinde yapılan genel kurul ile Kuveytli Amr Said Attıa Al Gammal adındaki iş adamına devredildi. Yerdelen ailesinden Taha Yerdelen’in de hazır bulunduğu genel kurul toplantısının tutanağına göre yeni yönetim kurulu başkanı hisselerin tamamının devredildiği Arap gayrimenkul yatırımcısı Al Gammal oldu.
KONKORDATO’DAN 4 AY ÖNCE ŞİRKETİN HİSSELERİ DE EL DEĞİŞTİRDİ
Bu gelişmenin ardından Burj Al Babas Termal Turizm Ldt. Şirketi, İstanbul 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’ne başvurarak borçlarının ertelenmesi için konkordato talebinde bulundu. Mahkeme ise iki aylık geçici süre vererek 20 Eylül 2018 tarihinde şirketin konkordato talebini ilan etti. Ancak Burj Al Babas şirketinin resmi evraklarda yönetim kurulu başkanı olarak görünen Mezher Yerdelen, konkordato talebinden yaklaşık 4 ay önce 22 Mayıs 2018 tarihinde hisselerini Adem Tekgöz’e devretti. Böylece şirketin 1 milyon 500 bin lira değerindeki toplam 150 hissesi yeni yönetici olarak da seçilen Adem Tekgöz’e geçerken Mezher Yerdelen’in görevine son verildi.
//Burj Al Babas konkordato talebi///
//Burj al babas şirketinin Aden tekgöz'e devri///
İFLAS KARARININ ARDINDAN ADRES DEĞİŞTİRİLDİ
Sarot Turizm ve Otelcilik ve Burj Al Babas şirketi ile Burj Global şirketlerinin adresleri aynı: Sarot şirketi de 13 Haziran 2018’de mahkemeye konkordato başvurusunda bulunmasının ardından 23 Temmuz 2018 tarihinde bu adresinden Arnavutköy’deki bir başka adrese taşınıyor. İstanbul 3. Asliye Ticaret Mahkemesi, 20 Kasım 2018’de Sarot bünyesindeki şirketler için iflas kararını açıkladı.
//Sarot şirketi konkordato talebi///
ŞİRKET YETKİLİSİ İNŞAAT VE SATIŞA DEVAM EDECEKLERİNİ AÇIKLADI
İflas kararının açıklanmasının ardından Türkiye’nin gündeminden düşmeyen Burj Al Babas villalarını yapan şirketin şirketinin yetkilisi Mehmet Emin Yerdelen, önceki gün yaptığı açıklamada, İstanbul Ticaret Mahkemesi İflas Müdürlüğü’nden alınan izinle inşaat ve satış faaliyetlerine yeniden başlandığını belirtti.
HAS PARTİ’DEN AKP’YE GEÇTİ, ‘FETÖCÜLERE ZULÜM YAPILIYOR’ DİYEREK İSTİFA ETTİ
HAS Partili Haydar Yerdelen Eylül 2012’de AKP’ye katılma kararı alan Numan Kurtulmuş ile birlikte bu partiye geçti. Ancak dershaneler üzerinden FETÖ’ye yönelik tartışmaların yoğunlaştığı dönemde Şubat 2014’te AKP’den istifa eden Haydar Yerdelen, kendisiyle birlikte hareket eden 66 kişi adına yaptığı istifa açıklamasında özetle şu ifadeleri kullanmıştı:
“Ülkemizde son günlerde yaşanan hükümet-hizmet hareketi gerginlikleri ne yazık ki dozunu artırarak devam etmektedir. Ülke menfaatlerini ve çıkarlarını daima ön planda tutarak insanlarımızın ve ülkemizin geleceği için elini taşın altına koyan bu mümtaz insanlara yapılan zulüm artık kabul edilemez bir noktaya gelmiştir. Hakeza yapılan yanlışlar artık il ve ilçelere de yansımıştır. Özelikle halkın iradesinin görmezden gelindiği Arnavutköy’de ‘ben yaptım oldu’ mantığı ile vatandaşlarımızın iradesine ipotek konmuştur… Arnavutköy’ün bir arpa boyu ilerlemeyeceğini anlayan bizler AK Parti üyeliğinden istifa ediyoruz.”
//Haydar Yerdelen HAS Parti Kongresinde konuşuyor///
SAADET PARTİSİ İLÇE BAŞKANLIĞINDAN ARAPLARA VİLLA PAZARLAMAYA
İstifa açıklamasında “hizmet hareketi” olarak andığı FETÖ yapılanmasına yönelik uygulamaları “zulüm” olarak tanımlayarak tepki gösteren Haydar Yerdelen’in ardından Sarot şirketinin yönetim kurulu başkanı olan Mehmet Emin Yerdelen de Kasım 2014’te yapılan kongrede Saadet Partisi Arnavutköy ilçe başkanlığını Hıfzı Kekeç’e devrederek inşaat projelerine yoğunlaştı.
AKP’Lİ BOLU BELEDİYESİ’NE 62 MİLYONLUK ALTYAPI KAYNAĞI
Burj Al Babas şirketinin Mudurnu’da yaklaşık bin dönümlük arazide inşa etmeye başladığı inşaat projesinin 2 bin 400 civarında villadan oluşacağı açıklanmıştı. Arapları bölgeye çekeceği öne sürülerek Mudurnu ve Bolu’da büyük bir reklamla kamuoyuna pazarlanan proje için AKP’li Bolu Belediyesi’ne de alt yapı hizmetleri için yaklaşık 62 milyon liralık kaynak aktarıldığı öne sürülüyor. Burj Al Babas şirketinin altyapı işleri, Bolu Belediyesi bünyesinde kurulan Tabiatın Kalbi Köroğlu Diyarı A.Ş. tarafından yürütüldü.
BELEDİYE BAŞKANI YILMAZ: ‘ÇALIŞMALARI BABAS İLE YÜRÜTÜYORUZ’
Bolu Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz, 11 Ocak 2018’de yaptığı açıklamada, şunları dile getirmişti:
“Ben ilk belediye başkanı olduğum zaman Bolu Belediyesi’nin bütçesi 16 milyondu. Şuan imzaladığımız anlaşmaya baktığımız zaman 26 milyon 800 bin liralık bir işten bahsediyoruz. Bu nedenle Bolu halkının Bolu Belediyesi’nin geldiği konumdan dolayı haz duymasını arzu ediyorum. Biz hem Sarot’ta hem Mudurnu’da alt yapı çalışmalarını, Babas firması ile müşterek yürütüyoruz. İlk 2016 yılında başladığımız çalışmada 4 buçuk milyon liralık bir anlaşma yapmıştık. Tabii bizim yaptığımız işlerden memnun kaldıkları için 2017 yılında da 23 milyon tutarında bir anlaşma imzalamıştık. Bu anlaşmayla beraber geçen yıl 8 milyonluk anlaşmayla beraber toplamda 35 milyon 500 bin liralık işi geçen yıl bitirdiğimizi söyleyebilirim. Şuan yeni yapacağımız çalışma ise yeni bir jeotermal ana hat, içme suyu yapımıyla ilgili 15 milyon 800 bin liralık bir anlaşma. Yol kaplama işi olarak da 11 milyon liralık bir anlaşma yapmış oluyoruz. Yani toplamda 26 milyon 800 bin Türk lira bedelinde büyük bir anlaşma.”
AKP’Lİ BELEDİYE ALTYAPIYI HAZIRLADI, CHP’Lİ BELEDİYE RUHSAT VERDİ
Yalnızca Türkiye’nin değil Avrupa basınının da gündemini meşgul eden Burj Al Babas villalarıyla ilgili eleştiri alan bir diğer isim de Mudurnu’nun CHP’li Belediye Başkanı Mehmet İnegöl oldu. İnegöl, yapılan şato benzeri villaların 732’sine inşaat ruhsatı verdikleri belirterek binaların yüzde 80’inin yapımının tamamlandığını açıklamıştı.
MUDURNU BELEDİYE BAŞKANI ŞİRKET SAHİBİNDEN DAHA ÇOK SAVUNDU
Projenin Mudurnu’nun tarihi dokusuna bir zarar vermediğini görüşünü savunan Belediye Başkanı İnegöl, uydu görüntüsü ve yan çekimler nedeniyle binaların birbirine yakın göründüğünü ancak her parselin 90 metrekarelik binaların yer aldığı 320 metrekareden oluştuğunu söyledi. Ancak Mudurnu Belediye Başkanı Mehmet İnegöl’ün açıklamaları bununla sınırlı değil. Burj Al Babas şirketinin sahibi Mehmet Emin Yerdelen ile yakın ilişki içinde oldukları belirtilen Belediye Başkanı İnegöl, iflas kararından sonra tartışılan villa projesini adeta şirket sahibinden daha çok savunmasıyla dikkat çekti.
BAŞKAN İNEGÖL: ‘EMLAK OFİSİ AÇTIM, SAROT’UN SAHİPLERİYLE TANIŞTIM’
İki yıl önce adı AKP’ye geçeceği iddialarıyla gündeme gelen CHP’li Mudurnu Belediye Başkanı Mehmet İnegöl, Kasım 2016’da konuyla ilgili yerel basına yaptığı değerlendirmede, Burj Al Babas şirketi ile yollarının nasıl kesiştiğini şu sözlerle anlatmıştı:
“2006’da emekliye ayrılmıştım ve Mudurnu’da olmayan bir iş yapayım dedim. Emlakçılık yoktu, kursuna katıldım. Emlakçılık belgesi alarak bir emlak ofisi açtım. O zamandan Sarot Termal’in sahipleriyle tanışmıştık. Onlar projelerini anlattıklarında biz de dedik ‘ne katkı sağlarız’, sonuçta ilçeye bir hareketlilik sağlanacak.1960’lara kadar Mudurnu merkezde 27 bin nüfus vardı fakat teknolojiye ayak uyduramadığımız için nüfus 5 binlere kadar inmiş. Şimdi bizim de katkımız oldu onların orada rahat çalışabilmesi için aldıkları yerleri komple belediye mücavir alan sınırları içine aldık. Şuan Burj Al Babas diyerekten Dubaililere 750 tane tripleks villa yapılıyor. Tabi Araplar geleceği için onların da ailelerindeki nüfus sayıları haliyle fazla. Şuan biz 2017 sonu 2018 başı itibariyle de 15 bin misafir bekliyoruz. Tabi Burj Al Babas’tan sonra da hem Modern Termal Tesisi hem Borvo Termal Tesis diye şuan 2 tane tesis yapımı daha devam ediyor. Bu devre mülklerde, Burj Al Babas’ta bin 200 kişi çalışacak.”
Geçmişte Mudurnu Belediyesi’nde Zabıta Memuru ve Yazı İşleri Müdürü olarak görev yapan Mehmet İnegöl, 2009 yılında Mudurnu Belediye Başkanı seçildi. 2014 yerel seçimlerinde yeniden seçilerek görevini sürdüren İnegöl, 2019 yerel seçimlerinde yeniden CHP’den aday gösterildi.
//CHP'li Mudurnu Belediye Başkanı Sarot yöneticisi Yerdelen ve AKP Bolu İl Başkanı dostluk görüşmesinde///
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
Yazının foturaf ve görselleri
*-*
*-*
*-*
*-*
*-*
*-*
*-*
*-*
*-*
*-*
*-*
Kaynak: https://odatv.com/villalarin-altindan-hangi-siyasetciler-cikti-17011912.html
[Edited at 2019-01-18 16:51 GMT] | |
|
|
Adnan Özdemir Turska Local time: 04:18 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME TEsbİH, ŞIKŞIKI ...(bu bir reklam değildir) raat olunğ lütven | Jan 18, 2019 |
ADO_NOT: Şıkşıkı hastasıyın, izniğizle bu yazıyı da buraya alıyoruyun...
▄▄▄▄▄▄▄▄
--Alıntı--
*-*
*-*
*-*
Tesbihin tarihi
Boncuk, kemik, taş gibi küçük parçaların bir ipe dizilmesi insanlık tarihi kadar eskidir. İlk insanlar avladıkları avın parçalarını ip benzeri şeylere dizer, bir sonraki avda başarı getirmesi için üzerlerine takarlardı. Daha sonraları bu tip takılar kötülüklerden ve düşmanlardan koruması için savaşlarda da takılmaya başlandı. Bugün bile bazı taşların özel uğurlar getirdiklerine inananlar vardır.
Boncukların dini amaçla ve duaları saymada kullanılmasına ilk olarak Hindistan'da, Hindu inanışında rastlanıyor. Tesbihin ataları Hindistan'dan doğuya, sonra Ortadoğu'ya, en sonunda da Avrupa'ya yayılıyor. Tesbihin kullanış amacı Müslümanlık, Hıristiyanlık (Katolik), Hinduizm ve Budizm'de aynı olup hepsinde de duaları ve dualar arası bölümleri saymada kullanılır.
Tesbihin İslam dünyasında ne zamandan beri kullanıldığı kesin olarak belli değildir. Hz. Muhammed'in tesbih taşıdığına dair bir kayıt yoktur. Hatta belki Osman Gazi, belki de Fatih Sultan Mehmet'de tesbih kullanmadılar. Arşivlerde tesbih ile ilgili bilgilere ancak 16. yüzyılın sonlarına doğru rastlanmaktadır.
Ne var ki, Hz. Muhammed zamanında namaz ve dua sırasında hurma çekirdeği veya çakıl taşı kullanıldığı bazı hadislerden anlaşılmaktadır. İslam'da Peygamber'in namaz kılarken sünneti olan 'Sübhanallah, Elhamdülillah ve Allahüekber' kelimelerini 33'er defa tekrarlamanın hangi tarihte başlayıp, yayıldığı da bilinmiyor.
Yüce Yaratıcı'ya 99 ayrı isim veren İslami anlayış, onu anarken, her isim için bir işaret olmak üzere ipe dizdiği bu 99 taneli şeye de 'tesbih' adını vermiştir. Çeşitli malzemelerden yapılan tesbihteki tane sayısı 33, 99, 500 veya 1000 olabilir.
500 ve 1000'lik tesbihler daha ziyade tekkeler ve dergahlarda zikr için kullanılırlardı. Tekke şeyhleri, hastaları veya bir muradı olanları, iyileşmeleri veya muratlarının olması için bu tespihlerin içinden geçirirlerdi.
Tesbih çekmek, tesbih tanelerini birer birer işaret parmağı ile baş parmak arasından geçirmektir. Ancak günümüzde tesbihi bir oyuncak veya el alışkanlığı olarak kullananlara, sallayarak veya çeşitli figürler meydana getirerek dolaşanlara, hatta tuttukları futbol takımının renklerine göre yapılmış tesbihleri çekenlere sıkça rastlanmaktadır.
Aslında tesbih çekmek din adamlarına özgü bir davranışmış gibi algılanır ama halk arasında da neredeyse bir alışkanlık haline gelmiştir. Tesbih çekmenin daha çok kırsal kesimlerde yaygın olmasının nedeninin tesbihin boş elleri meşgul edebilme özelliği olduğu ileri sürülüyor. Sıcak ayları tarımsal çalışma ile geçiren, sürekli ellerini kullanmaya alışmış kişilerin kış aylarında bu boşluğu tesbihle doldurduklarına inanılıyor.
Günümüz biliminin tesbih çekme alışkanlığına bakış açısı biraz değişik. Bilim insanları, beynimizin, çalışma yaşamının güçlükleriyle, sorunlar, endişeler ve korkularla sürekli baskı altında tutulduğunu, bunun sonucunda sinir hücrelerinin aşırı yorulup yıprandığını ve beynimizi rahatlatmak, onu özgür bırakmak, dikkatimizi başka tarafa yöneltmek için tesbih çekmenin çok etkili ve faydalı olduğunu söylüyorlar.
Tesbih; bir ipe dizili,çeşitli maddelerden yapılan belirli sayıda taneler...
Tesbih kültürümüzde erkeklerin vazgeçilmez aksesuarlarındandır. Gerek elde çekim için gerekse koleksiyon anlamında tesbih kullanımı zaman içerisinde gelişmiş ve tesbih yapımı sanat haline gelmiştir.Günümüzde el emeğiyle özel tesbih üreten birçok ustamız mevcuttur..
Her tür malzemeden tesbih yapılabildiği gibi bu malzemelerin kıymetli olanları makbuldür ve değer görür..
Tesbih yapımında tercih edilen bellibaşlı malzemeler;
Fosil Grubu:Kehribar, Oltu Taşı, Lüle Taşı
Ağaç Grubu:Kuka, Abanoz, Pelesenk, Yılan Ağacı, Öd Ağacı, Venge, Demirhindi,Gül,Sandal Ağacı,Narçıl
Yarı Değerli Taş Grubu:Akik, Kuvars, Ametist, Kaplangözü, Lapis, Turkuaz, Yıldıztaşı, Yeşim
Değerli Taş Grubu:Zümrüt, Yakut, Safir
Hayvansal Grubu:Fildişi, Mercan, İnci, Boynuz, Kemik, Bağa, Mors Dişi şeklinde sayabiliriz..
TESBİHLER ÇEKTİKÇE RENK ALIR MI..?
* Oltu Taşından Yapılmış Ürünler Kullandıkça Parlamakta ve Daha Hoş Görüntü Almaktadır..
* Ahşap Grubu Tesbihler Kullandıkça Parlamakta ve Renkleri Koyulaşmaktadır.Abanoz Ürünler Zaten Siyah Renkte Olduklarından Renk Anlamında Bir Değişiklik Göstermezler.Kuka,Pelesenk,Yılan Ağacı Gibi Ürünler Kullandıkça Koyulaşıp Daha Hoş Renk Almaktadırlar..
* Kehribar Ürünlerin Sarı Tonları Zaman İçerisinde Koyulaşmaktadırlar Ancak Bu Süre Oltu Veya Ahşap Gruplar Kadar Kısa Süre Değildir, Kehribarın Renk Alması Yıllar Alabilmektedir..
OLTU TAŞI HAKKINDA GENEL BİLGİ
Oltu taşı ardıç ağacının fosilleşmiş halidir..
Gerek kehribar gibi fosil grubu ürün olması gerekse benzer özellikler göstermesi nedeniyle "Siyah Kehribar" adıyla da anılır.Oltu taşı toprak altından çıkartıldığında yumuşak,işlenmesi kolay bir yapıdadır.Bu nedenle çeşitli süs takıları yapımında kullanılmaktadır.Özellikle oltu taşından yapılmış tesbihlerin ünü bütün dünyaya yayılmıştır.
Taş Erzurum-Oltu yöremizde çıkartıldığından bu yöreyle özdeşleşmiş ve tüm Dünya'da bu isimle bilinip talep görmüştür.Ancak bu taş sadece Erzurum-Oltu'da çıkartılmamaktadır. Günümüzde Erzurum-Oltu'da taş rezervleri oldukça düşük olduğundan Gürcistan ve çevresinden taş çıkartılmakta, Erzurum'a getirilip işlenmektedir .Erzurum menşei taş kalite anlamında 1.sınıf taştır,Gürcistan menşei taş 2.sınıf olarak nitelendirilebilir.
Oltu taşı gerek görünüm gerekse fosil grubu olması nedeniyle hafif yapısından ötürü kolaylıkla taklidi yapılabilir bir üründür.Oltu taşını taklitlerinden ayırmak belirli yöntemler uygulayarak gayet basittir.
* Elinizdeki ürünü zımpara kağıdına sürttüğünüzde zımpara kağıdında çıkacak renk ürünün orjinalliği konusunda bilgi verecektir.Eğer zımpara kağıdında beyaz renk çıkarsa ürün imitasyon yani plastiktir.Siyah renk çıkarsa kalitesi düşük taştır, kahverengi ise kaliteli oltu taşıdır.
* Oltu taşını avuç içine alıp üflediğinizde üzeri buharlaşacaktır.
* Oltu taşı kehribar özellikleri gösterdiğinden sürtünme sonucu elektriklenir ve küçük toz parçacıklarını çeker.
* Oltu taşından yapılan ürünler zaman içerisinde kullanımla birlikte parlayarak daha güzel görünüm alırlar..
KEHRİBAR NEDİR..?
Kehribar,çoğumuzun aşina olduğu ağaç üzerindeki reçinenin fosilleşmiş halidir.
Çoğunlukla kozalaklı ağaçların reçinesinden oluşmasının yanında tropikal çiçekli ağaçlarda da oluştuğu gözlemlenmektedir.Bu ağaç reçineleri kendilerini salgılayan ağaçla birlikte veya tek başına lagün,delta veya deniz ortamına taşınmaktadır.Milyonlarca sene boyunca bu ortama taşınmış,bazen yüzlerce metre kalınlığa ulaşmış tabakaların altında kalan reçine geçen bu zaman boyunca basınç ve sıcaklık etkenleriyle birlikte sertleşerek kehribara dönüşür.
Kehribarın oluşum süresi basınç,sıcaklık ve geçen zamanla alakalıdır.Yeterli basınç ve sıcaklıkta bulunmayan reçine tam anlamıyla kehribar kıvamına gelemez,copal adı verilen tam olgunlaşmamış kehribar oluşur.
Günümüzde tam olgunluğa ulaşmış,en makbul kehribar baltık ülkeleri çevresinden çıkartılmaktadır ve çeşitli obje yapımında kullanılmaktadır.
İnternet sitemiz üzerinden aldığınız bütün tesbihler orjinaldir ve şüphe olması durumunda sorgusuz sualsiz iade garantilidir.
Kehribardan yapılan en özel objeler tesbih,kehribar tesbihlerin en özelleri de yaptıkları işlere gönüllerini vermiş olan Türk tesbih ustalarının yaptıkları sanat eserleridir.
Kaynak: https://www.midyatnurtasgumus.com/tesbihin-tarihi-pml1
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄ ▄▄▄
--Alıntı--
"Kadın viagrası"na izin çıktı
İlk kez bir Arap ülkesi...
*-*
Odatv 18.01.2019 15:52
*-*
*-*
Kimyasal olarak flibanserin olarak bilinen “kadın viagrası” olarak bilinen hapa izin veren ilk Arap ülkesinin Mısır olduğu ifade edildi.
ABD’de ilk kez 3 yıl önce verilen bu ilacın, yerel medyaya göre boşanma oranı hızla artan Mısır’da da kullanıldığı belirtildi.
"Kadın viagrası" olarak bilinen hapı ilk kez kullanan bir Mısırlı kadın ilacın yan etkisini "Başım dönmeye başladı ve kalbim çok hızlı çarpıyordu" diye anlattı.
BBC Türkçe’nin haberine göre; "Başım dönmeye başladı ve kalbim çok hızlı çarpıyordu." Bu sözler Mısır'da "kadın viagrası" olarak bilinen hapı ilk kez kullanan ve gerçek ismini saklayan Leyla'ya ait.
Kimyasal olarak flibanserin olarak bilinen ilacın kullanımına ABD'de ilk kez 3 yıl önce izin verildi. Şimdi Mısır'da yerel bir ilaç firması bu ilacı üretiyor ve satışa sunuyor.
BBC'den Sally Nabil'e konuşan 30'lu yaşlarında muhafazakar bir ev hanımı. Mısır'daki pek çok kadın gibi tabu olan cinsel sorunları konuşmaktan çekiniyor.
10 yıllık evliliğin sonunda "sadece meraktan" bu ilacı kullanmaya karar vermiş.
Sağlık sorunu yok. "Eczacı bana birkaç hafta süresince her gece almamı söyledi ve hiçbir yan etkisi olmadığını söyledi. Kocam ve ben ne olacağını görmek istedik. Bir kere denedim. Bir daha asla" diyor.
BOŞANMA ORANLARINDA ARTIŞ
Mısır'da boşanma oranı hızla artıyor ve yerel medya bunun çiftler arasındaki cinsel sorunlara bağlı olduğunu yazıyor.
Ülkede ilacı üreten firma, Mısır'da her 10 kadından üçünün "cinsel isteğinin" düşük olduğunu söylese de, bu tür kesin bir istatistiğe ulaşmak pek mümkün değil.
Firmanın temsilcisi Ashraf Al Maraghy, "Bu tedaviye çok ihtiyaç var bu bir devrim" diyor.
Maraghy ilacın güvenli ve etkili olduğunu ve yan etkilerinin bir süre sonra geçeceğini söylese de eczacılar ve doktorlar buna katılmıyor.
BBC'ye konuşan bir eczacı ilacın kan basıncını fazlasıyla düşürebildiğini ve bunun kalp ve karaciğer sorunları olan kişiler için riskli olduğunu söyledi.
“PEMBE HAP, MAVİ HAP”
Kahire'nin kuzeyinde eczacılık yapan Murad Sadık, müşterilerine yan etkileri anlattığını ve hala satın almada ısrar ettiklerini belirtiyor.
"Günde 10 kişi ilacı almaya geliyor. Bunların çoğu erkek çünkü kadınlar satın almaya utanıyor" diyor.
Sadık'ın eczanesinde flibanserin için "pembe hap" ifadesi kullanılıyor. Bu "mavi hap" olarak bilinen erkekler için viagranın Mısır'daki kullanımı.
“KADIN VİAGRASI İFADESİ YANLIŞ”
Üretici firma ise "Kadın viagrası" ifadesinin yanlış olduğunu medyanın bu terimi bulduğunu söyledi.
Viagra hapı sertleşme sorunları olan erkekler için kanı penise pompalıyor, flibanserin ise beyindeki kimyasalları düzenleyerek antidepresan ve cinsel arzu artırıcı olarak işliyor.
Mısır'da seks terapisti olarak çalışan Heba Kotb ise hastalarına hapı vermeyi reddediyor.
Kotb,"Fiziksel ve psikolojik sorunları olan kadınlarda bu asla işe yarmaz. Kadınlar için seks duygusal bir süreç. Her şey kafada başlıyor. Bir kadının kocası ona kötü davranıyorsa o kadın asla sağlıklı bir cinsel ilişki yaşayamaz. Bunu ortadan kaldıran bir ilaç yok" dedi.
“ERKEKLER BUNU ANLAMIYOR”
Mısırlı kadınlar, cinsel hayatları hakkında konuşma konusunda rahat değiller.
Leyla, pek çok kadının cinsel ilişkilerinin kocasıyla yaşana gerilimler sonunda bittiğini söylüyor. "Eğer kocanız cinsel anlamda zayıfsa, ama sevgi dolu biriyse onu destekler ve tedavi olmasına yardım edersiniz. Eğer size kötü davranan bir kocanız varsa bir süre sonra o yatakta iyi olsa bile ilginiz bitiyor. Erkekler bunu anlayamıyor" diyor.
Eczane müdürü Sadık, flibanserinin satışının iyi gittiğini ve daha da artacağını düşündüğünü söylüyor.
Kotb ise bu hapın evliliklere yansıması konusunda endişeli:
"Eğer bir erkek eşinin hap alsa bile cinsel isteksizliğinin devam ettiğini fark ederse hapı değil kadını suçlayacaktır. Bunu onu terk etmek için bir bahane olarak bile kullanabilir."
Kaynak: https://odatv.com/kadin-viagrasina-izin-cikti-18011952.html
[Edited at 2019-01-18 17:20 GMT] | | | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:18 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME
--Alıntı--
"Ankara'da ABD için çalıştırılan işçilere büyük zulüm"
Odatv - 20.01.2019 21:16
Ankara Çukurambar’da devam eden ABD Büyükelçilik binası inşaatında işçilerin, çok zor ve yoğun sömürü koşulları altında çalıştığı belirtildi.
Sabah 5’te evden çıkan ve saat 6’da işbaşı yapan işçilerin şantiyede akşam 6’ya kadar çalıştırıldıkları bilgisi iletildi. “Patronla... See more --Alıntı--
"Ankara'da ABD için çalıştırılan işçilere büyük zulüm"
Odatv - 20.01.2019 21:16
Ankara Çukurambar’da devam eden ABD Büyükelçilik binası inşaatında işçilerin, çok zor ve yoğun sömürü koşulları altında çalıştığı belirtildi.
Sabah 5’te evden çıkan ve saat 6’da işbaşı yapan işçilerin şantiyede akşam 6’ya kadar çalıştırıldıkları bilgisi iletildi. “Patronların Ensesindeyiz” internet sitesinin haberine göre sigara içmenin ve telefon kullanmanın yasaklandığı şantiyede, bu kurallara ve çalışma koşullarına uymayan işçiler işten çıkarılmakla tehdit ediliyor.
Hemen her gün işten çıkarmaların yapıldığı şantiyede, işçiler haklarında tutulan tutanaklar için patronların yalancı şahit tuttuğu iddia ediliyor. Ağır iddialar arasında ayrıca akşam mesailerini zorunlu tutan patronların, şantiyede yaşanan iş kazalarını da gizlemek için hastanelerde örtbas etmeye çalıştıkları da var.
Bazı iş kazalarında ise işçiler hastaneye dahi götürülmediği belirtilirken, işçilerin saatlerce yemek ve çay sırası beklemek zorunda kaldığı aktarıldı. Şantiyede ise hastaneden rapor alan işçilerin o günkü yevmiyeleri kesildiği, izin aldıkları günler ve resmi tatiller için sigortaları yatırılmadığı belirtildi.
Serka ve Göç Kardeşler şirketlerinin faaliyet gösterdiği şantiyede, Göç Kardeşler şirketine bağlı çalışanların bir süredir ücretlerini alamadığı de iddia edildi.
Şantiyede şirketlerin arka arkaya üç tutanak tutarak işten çıkardıkları işçiler dışında çok sayıda işçiyi de doğrudan attıklarını ifade eden işçiler, son olarak aynı günde 16 işçinin işine son verildiğini söylüyor. Habere göre yaklaşık 1250 kişinin çalıştığı şantiyede, toplam 6 tuvaletin olduğu ve tuvaletler önünde oluşan kuyruklarda durmanın dahi tutanak tutulmasına gerekçe yapıldığı belirtiliyor.
Günde 12 saat çalışmaya zorlanan işçiler sabah uzun kuyrukların oluştuğu şantiye girişinde soğuk havada dakikalarca bekliyor.
İşçilerin sabah şantiyeye girişi sırasında oluşturduğu kuyruktan görüntüler:
*-*
*-*
Kaynak: https://odatv.com/abd-icin-calistirilan-iscilere-buyuk-zulum-20011917.html
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
ADO_YORUM: Hani USAlılar iyi denetim yapardı?? Denetleyen bir tane Johnny de mi yokkunu? Nereden baksan insan haklarına aykırı bir durum. Benzerini, insan hakları deyince mangalda kül bırakmayan Alamanlar da yapmakta zaman zaman (insana yakışmayan koşullarda Bangladeş, Fas, Vietnam vb ülkelerde ürettirilen-diktirilen giysilerle hava atmaları örneğin). Şu haliyle zaten TR'de vahşi kapitalizm devrinin bir aşaması yaşanmakta... Ne desem bilemedim. İnsanlar ezilmeden ve ezmeden "insanca" yaşayarak çalışabilmeli.. Amma nerede... Boyacı küpüne iplik batırıp-çıkarır gibi tercüme isteyenleri de ben unutmadım. Şindi isteyenlere yanıt dahi vermeyiyoruyun örneğin.
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
--Alıntı--
"Sözcü'ye kayyum isteyen vekil Pensilvanya'dan çıktı"
Odatv -21.01.2019 09:28
*-*
Sözcü gazetesini FETÖ iddiasıyla hedef alan AKP'nin Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can’ın, Fethullah Gülen’i Pensilvanya'da ziyaret ettiği ortaya çıktı.
AKP Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can, İhlas Holding'e bağlı Türkiye Gazetesi'ne bir mülakat verdi. Can, gazeteye yaptığı açıklamada Sözcü gazetesini FETÖ'ye destek vermekle suçladı. Sözcü'nün tek tek çürüttüğü iddiaları birbiri ardına sıralayan Can, yargıya yol da gösterdi: “Sözcü Gazetesi'nin yaptığı haberlerle, algı operasyonları ile FETÖ'ye destek verdiği görülüyor. Mahkemelerin tüm bunları dikkate alacağını düşünüyorum. Gerekirse kayyum da atanmalı ve FETÖ ile bağının hesabı sorulmalıdır…”
VEKİLDEN SKANDAL KONUŞMA
Sözcü'yü FETÖ'ye destek vermekle itham eden AKP'li Can'ın skandal bir konuşması ortaya çıktı. 24 Haziran seçimlerinden önce yapıldığı anlaşılan konuşmada Ramazan Can, Pensilvanya'ya giderek FETÖ ele başı Fetullah Gülen ile görüştüğünü itiraf ediyor. İşte Can'ın AKP Kırıkkale İl Başkanlığı'nda yaptığı o konuşma:
“Arkadaşlar ben ona (Fetullah Gülen) niye gittim? Ziyaret ettik. Kim burada (AKP Kırıkkale İl Binası) Allah aşkına… Hani derler ya suçsuz olan ilk taşı atsın diye. 17-25 Aralık hadisesinden önce gerek ticarette, gerek siyasette, gerekse bürokraside yükselme o yolla oluyordu. O nedenle eğer burada bunun hesabını verecek olanlar varsa başta siyasetçiler olarak bizler vermek zorundayız. İnsanları suçlamak durumunda değiliz. Fotoğraf aslında net olarak ortaya çıktı.”
KENTİN TEK AKP'Lİ MİLLETVEKİLİ
Ramazan Can, AKP'nin Kırıkkale Milletvekili.. Kırıkkale, AKP'nin son seçimlerde Türkiye genelinde en çok oy kaybettiği il oldu. Seçimden önce 3 olan milletvekili sayısı 1'e düştü. Yüzde 19'luk oy kaybı ile AKP en çok oy kaybını bu ilde yaşadı. Kırıkkale'nin Delice Belediyesi ise 15 Temmuz darbe girişiminden 6 ay önce FETÖ'den el konan şirketten okul satın aldı. 22 Ocak 2016 tarihinde Kale Feza Eğitim Hizmetleri Anonim Şirketi ait olan bina AKP'li belediye tarafından satın alındı. Şirket, darbeden sonra FETÖ bağlantısı nedeniyle kapatıldı. Binayı satın alan Belediye Başkanı Turgut Özdem, geçen hafta yeniden başkan adayı yapıldı. İlin tek AKP'li milletvekili olan Ramazan Can, Özdem'in aday yapılmasına destek verdi.
Kaynak: https://odatv.com/sozcuye-kayyum-isteyen-vekil-pensilvanyadan-cikti-21011930.html
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
--Alıntı--
"Duygusal olduğumuz için FETÖ'ye yardım ettik"
Odatv -21.01.2019 09:55
AKP'nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mehmet Özhaseki, Ankara Keçiören'de seçim bürosunun açılışında konuştu. Özhaseki, FETÖ ile ilgili olarak, "Birçoğumuz da tabii ki böyle konularda hassasız ve duygusal olduğumuz için de bunlara yardımlar ettik" dedi.
AKP'nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mehmet Özhaseki, geçen günlerde, Ankara Keçiören'de seçim bürosunun açılışında konuştu.
Mehmet Özhaseki'nin burada FETÖ ile ilgili sarf ettiği sözler ise dikkat çekti.
FETÖ ile ilgili olarak, "Birçoğumuz da tabii ki böyle konularda hassasız ve duygusal olduğumuz için de bunlara yardımlar ettik" diyen Özhaseki, şu ifadeleri kullandı:
"İkinci bir bela da FETÖ belası. ‘Biz müslüman insanız’ dediler. ‘Öğrencilerinizi verin yetiştirelim’ dediler. ‘Biz hizmet eriyiz’ dediler. ‘Bakın yurt dışında ne güzel okullar açtık’ dediler. ‘O okullarda Türkiye’ye dost insanlar yetiştiriyoruz’ dediler. Birçoğumuz da tabii ki böyle konularda hassasız ve duygusal olduğumuz için de bunlara yardımlar ettik vs… Şükürler olsun belediye başkanlığımda bunlara ne 1 metre arsa verdim ne de her hangi bir şekilde yardım ettim. Ama birçok insan bunlara saf ve samimi bir şekilde uydu ve yardım etti. Ama bunların gerçek yüzü aslında 2013’ün sonunda ortaya çıkmaya başladı. Ama 15 Temmuz gecesi bu lanet adamların yüzü bir kez daha belli oldu. Orada masum insanların üzerine bomba atmaktan çekinmediler. Bunu kendine ‘insan’ diyenin yapması mümkün değil.”
Kaynak: https://odatv.com/duygusal-oldugumuz-icin-fetoye-yardim-ettik-21011955.html
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
ADO_YORUM: Sabah-ı şerifiniz hayr olsun Mehmet Bey. Cumhuriyetçi bir insan olarak bunların tuttuğu yolun boka çıkacağını taa 90'larda ben biliyordum örneğin. Sizler "bunlar bizden" diye düşündünüz ve yanıldınızzz. Az kalsın Türkiye bir iç savaşa sürüklenebilirdi de. Verilmiş sadakamız varmış. Bir daha olmasın. Faaliyet gösteren tüm tarikat ve cemaatlar kapatılmalı. Net. Bu işin nihai çözümü budur.
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
--Alıntı--
"Türkiye’ye en fazla yatırım Hollanda’dan geldi"
Sozcu.com.tr -13:39 - 21 Ocak 2019
Türkiye ile Hollanda arasında önceki yıl sert rüzgarlar esse vatandaş protesto için portakal doğrasa da 2018 yılının ocak-kasım döneminde Türkiye'ye en fazla yabancı yatırım yine Hollanda'dan geldi. 2018'in ilk 10 ayında Hollanda'dan 610 milyon dolar geldi. 2017'nin ilk 10 ayında doğrudan yabancı yatırımı tutarı 6.5 milyar dolardı. Geçen ilk 10 ayda yıl 5.4 milyar dolara indi.
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı, Türkiye´ye gelen ve Türkiye´den giden doğrudan yatırımlardaki gelişmeleri değerlendirme notunda şöyle sıraladı:
EKİM AYINA KADAR 10.7 MİLYAR DOLAR
2000´li yıllara kadar son derece düşük düzeyde ve neredeyse yatay bir seyir izleyen yurt içine yönelik doğrudan yatırımlar, 2003 yılından sonra canlanmış ve dalgalı bir seyir izlemeye başlamıştır. Ekim 2018 itibarıyla, yabancıların yurt içine yönelik doğrudan yatırımı yaklaşık 10.7 milyar ABD doları seviyesinde gerçekleşmiştir.
Türkiye´den giden doğrudan yatırımlar ise daha yeni bir olgu olarak, 2002 yılından itibaren hızla yükselmiş ve Ekim 2018 itibarıyla 3.8 milyar ABD doları seviyesine ulaşmıştır. Doğrudan yatırımların yurt içi hâsılaya (GSYH) oranına 2007-2017 dönemi itibarıyla bakıldığında, yurt içine gelen doğrudan yatırımlar (FDI)/GSYH oranının yüzde 3.3´ten yüzde 1.3´e düştüğü, yurt dışına giden doğrudan yatırımlar(ODI)/GSYH oranının ise yüzde 0.3 olarak değişim göstermediği görülmektedir.
*-*
*-*
Kaynak: https://www.sozcu.com.tr/2019/ekonomi/turkiyeye-en-fazla-yatirim-hollandadan-geldi-3206620/
[Edited at 2019-01-21 15:33 GMT] ▲ Collapse | | | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:18 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME
--Alıntı--
Oxfam: En zengin 26 kişinin serveti, dünya nüfusunun yarısınınkine eşit
BBC Türkçe -1 saat önce (21 Ocak 2019)
*-*
Yoksulluğa karşı çalışmalarıyla bilinen yardım kuruluşu Oxfam, Davos'ta yarın başlayacak olan Dünya Ekonomik Forumu öncesinde yıllık raporunu yayımladı. Raporda, dünyanın en zengin 26 milyarderinin, dünya nüfusunun en yoksul yüzde 50'sini oluşturan 3,8 milyar insanın toplam varlığına eşit servete sahip olduğu bildirildi.
"Kamu yararı mı, özel servet mi?" başlıklı raporda, servetin giderek daha az sayıda elde yoğunlaşmasına dikkat çekilerek 2018'de zenginlerin daha zengin, yoksulların daha yoksul hale geldiği ifade edildi.
Aradaki uçurumun giderek büyümesinin yoksulluğa karşı mücadeleyi zorlaştırdığını belirten Oxfam, %1 oranındaki bir varlık vergisi ile 418 milyar dolar gelir sağlanabileceğini ve bununla, dünyada okula gitmeyen tüm çocukların eğitim masraflarının yanı sıra sağlık hizmetlerinin de karşılanabileceğini ve 3 milyon ölümün engellenebileceğini vurguladı.
Servet yoğunlaşması
Rapora göre, dünya çapında 2200 milyarderin serveti 2018 yılında 900 milyar dolar, yani günde 2,5 milyar dolar artış gösterdi.
En zenginlerin serveti yüzde 12 oranında artarken, dünya nüfusunun en yoksul yarısının varlığı yüzde 11 azaldı.
Servetin giderek daha az elde birikmesinin göstergesi olarak, nüfusun en yoksul yüzde 50'sinin sahip olduğu servet miktarına eş değer servete sahip olan milyarderlerin sayısı 2016'da 61 iken 2017'de 43'e ve 2018'de 26'ya düştü.
Raporda dikkat çekilen diğer bulgular şunlar:
- 2008 krizinden bu yana geçen 10 yılda milyarderlerin sayısı neredeyse iki katına çıktı.
- Dünyanın en zengin insanı, Amazon'un sahibi Jeff Bezos'un serveti 112 milyar dolara çıktı. Bezos'un servetinin sadece yüzde 1'i, 105 milyon nüfuslu Etiyopya'nın yıllık sağlık bütçesine eş değer.
- Dünyada kadınların yaptığı ücretsiz bakım işlerini bir şirket yapıyor olsaydı bu şirketin yıllık cirosu 10 trilyon dolar olurdu - Apple'ın cirosunun 43 katı.
- Erkeklerin toplam zenginlikten aldığı pay kadınlardan yüzde 50 daha fazla.
//Dünyadaki yoksulluk seviyesinde azalma 2013'ten bu yana yarı yarıya düştüğü, Sahra altı Afrika'da aşırı yoksulluk giderek artıyor.///
Hükümetler eşitsizliği derinleştiriyor
Oxfam'ın kampanyalar sorumlusu Matthew Spencer, "Bu şekilde olmak zorunda değil. Dünyada herkese hayatta şans verecek yeterince varlık var. Hükümetler servete ve işletmelere gereken vergiyi uygulayarak insanların canını kurtaracak ve yaşam koşullarını geliştirecek ücretsiz ve kaliteli kamu hizmetlerine kaynak sağlamak için harekete geçmeli" diyor.
Raporda, birçok hükümetin kamu hizmetlerine yatırım yapmayarak var olan eşitsizliği daha da ağırlaştırdığı ifade edildi.
En zenginlerden yeterince vergi alınmadığını vurgulayan rapor, hükümetlerin vergi kaçırmanın üstüne giderek ve daha adil bir vergilendirme sistemi ile kamu hizmetlerini finanse etmesi gerektiğini belirtiyor.
Oxfam, aşırı yoksulluktaki düşüşte Çin'deki hızlı ekonomik gelişmenin etkili olduğunu, ancak dünyadaki yoksulluk seviyesinde azalmanın 2013'ten bu yana yarı yarıya düştüğünü, Sahra altı Afrika'da aşırı yoksulluğun artmakta olduğunu vurguladı.
Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46945215
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
--Alıntı--
"Dünyanın en zengin yüzde 1'lik kesiminin serveti yüzde 99'un toplamına eşit"
BBC Türkçe 18 Ocak 2016
*-*
İngiliz yardım kuruluşu Oxfam'ın raporuna göre dünyanın en zengin yüzde 1'lik kesiminin serveti, geri kalan yüzde 99'luk kesimin servetinin toplamına eşit.
Credit Suisse'in Ekim ayındaki verilerine dayandırılan rapor, bu hafta düzenlenecek Davos Dünya Ekonomik Forumu öncesi dünya liderlerine eşitsizlik konusunda harekete geçme uyarısında bulunuyor.
Oxfam'ın verilerine göre dünyanın en zengin 62 milyarderin serveti de dünya nüfusunun en yoksul yüzde 50'lik kesiminin servetine denk geliyor.
Dünyanın en yoksul yüzde 50'lik kesimin varlıkları, 2010 ila 2015 yılları arasında nüfusun 400 milyon artmasına rağmen yüzde 41 oranında düştü.
*-*
Aynı zaman diliminde dünyanın en zengin 62 kişisinin varlıkları da 500 milyar dolardan 1.76 trilyon dolara çıktı.
Kuruluşun raporunda, 2010 yılında dünyanın en zengin 388 kişisinin varlıklarının en yoksul yüzde 50'ye denk geldiği belirtilirken bu oranın 2014 yılında 80'e düştüğü, 2015 yılında da düşmeye devam ettiği belirtiliyor.
'Zenginler için ekonomi'
Rapor, lobi faaliyeti yürütenleri ve vergi olmayan ya da vergilerin düşük olduğu 'vergi cennetlerini' de eleştiriyor.
*-*
Oxfam geçen yıl bu zamanlarda yayımladığı raporda, en zengin yüzde 1'lik kesimin geri kalanların toplam varlığından daha fazla olacağı ön görüsünde bulunmuştu.
Oxfam'ın raporunda "Herkesin refahı için işleyecek bir ekonomi yerine, gelecek kuşaklar ve gezegen için, yalnızca yüzde 1'lik kesim için bir ekonomi yarattık" deniyor.
Credit Suisse'in araştırmasını kapsayan süre zarfında, en zengin yüzde 1'lik kesimin servetinde 2000 ila 2009 yılları arasında her yıl düşüş yaşandı.
Oxfam, hükümetlere eşitsizliğe son verilmesi çağrısında bulunuyor ve işçilerin geçinebilecekleri bir maaş almaları gerektiğini savunuyor.
Kuruluş ayrıca maaşlarda cinsiyet ayrımına son verilmesi, ilaçların ücretlerinin düşürülmesi ve tüketimden çok varlıkların vergilendirilmesi çağrısı yapıyor.
Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/01/160117_oxfam_zengin
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
--Alıntı--
"Küresel servetin yarısından fazlası en zengin yüzde 1'in eline geçiyor"
BBC Türkçe 19 Ocak 2015
*-*
İngiliz yardım kuruluşu Oxfam tarafından yayınlanan verilere göre, dünyanın en zengin yüzde 1'lik kesiminin elinde bulunan servet, tüm dünyanın geri kalanındaki servetten daha fazla olmak üzere.
Davos'ta düzenlenecek olan Dünya Ekonomik Forumu'ndan önce bir rapor açıklayan Oxfam, 2016'da dünya nüfusunun yüzde 1'lik en zengin kesiminin sahip olduğu varlıkların, dünyadaki tüm servetin yüzde 50'sini aşması bekleniyor.
Oxfam, dünyanın en zengin 80 kişisinin servetinin, yaklaşık üç buçuk milyar kişinin servetine eş olduğunda dikkat çekmiş.
Grubun elindeki verilere göre 2009'dan bu yana dünyanın en zengin kesiminin sahip olduğu servet yüzde 44'ten yüzde 48'e yükseldi.
*-*
Kuruluş, küresel gelir eşitsizliğinin giderek arttığı uyarısı da yapıyor.
Yardım kuruluşunun direktörü Winnie Byanyima, insanlara yüzde 1'in geri kalan herkesten daha fazlasına sahip olduğu bir dünyada gerçekten yaşamak isteyip istemediklerini sordu.
Varlıkların geri kalan yüzde 52'sinin de neredeyse yüzde 46'sı dünyanın en zengin beşte birlik kesiminin elinde.
Dünyanın geri kalan nüfusu ise küresel varlıkların sadece yüzde 5,5'i ile yetiniyor.
Bunun anlamı 2014 yılında kişi başına düşen varlığın sadece 3 bin 800 dolar civarında olması.
Yüzde 1'lik kesimde kişi başına düşen varlık miktarı ise 2,7 milyon dolar.
Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/01/150119_en_zenginler_cok_zengin
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
▄▄ ▄▄ ▄▄ ▄▄ ▄▄ ▄▄ ▄▄ ▄▄ ▄▄ ▄▄ ▄▄ ▄▄ ▄▄ ▄▄ ▄▄ ▄▄ ▄▄ ▄▄ ▄▄ ▄▄ ▄▄ ▄▄ ▄▄ ▄▄
--Alıntı--
"AN ECONOMY FOR THE 1%"
OXFAM BRIEFING PAPER -18 JANUARY 2016
How privilege and power in the economy drive extreme inequality and how this can be stopped
The global inequality crisis is reaching new extremes. The richest 1% now have more wealth than the rest of the world combined. Power and privilege is being used to skew the economic system to increase the gap between the richest and the rest. A global network of tax havens further enables the richest individuals to hide $7.6 trillion. The fight against poverty will not be won until the inequality crisis is tackled.
SUMMARY
The gap between rich and poor is reaching new extremes. Credit Suisse recently revealed that the richest 1% have now accumulated more wealth than the rest of the world put together.1 This occurred a year earlier than Oxfam’s much publicized prediction ahead of last year’s World Economic Forum. Meanwhile, the wealth owned by the bottom half of humanity has fallen by a trillion dollars in the past five years. This is just the latest evidence that today we live in a world with levels of inequality we may not have seen for over a century.
‘An Economy for the 1%’ looks at how this has happened, and why, as well as setting out shocking new evidence of an inequality crisis that is out of control.
Oxfam has calculated that:
•In 2015, just 62 individuals had the same wealth as 3.6 billion people – thebottom half of humanity. This figure is down from 388 individuals as recently as2010.
•The wealth of the richest 62 people has risen by 45% in the five years since 2010 – that's an increase of more than half a trillion dollars ($542bn), to $1.76 trillion.
•Meanwhile, the wealth of the bottom half fell by just over a trillion dollars in the same period – a drop of 38%.
•Since the turn of the century, the poorest half of the world’s population hasreceived just 1% of the total increase in global wealth, while half of thatincrease has gone to the top 1%.
•The average annual income of the poorest 10% of people in the world hasrisen by less than $3 each year in almost a quarter of a century. Their dailyincome has risen by less than a single cent every year.
Growing economic inequality is bad for us all – it undermines growth and social cohesion. Yet the consequences for the world’s poorest people are particularly severe.
Apologists for the status quo claim that concern about inequality is driven by ‘politics of envy’. They often cite the reduction in the number of people living in extreme poverty as proof that inequality is not a major problem. But this is to miss the point. As an organization that exists to tackle poverty, Oxfam is unequivocal in welcoming the fantastic progress that has helped to halve the number of people living below the extreme poverty line between 1990 and 2010. Yet had inequality within countries not grown during that period, an extra 200 million people would have escaped poverty. That could have risen to 700 million had poor people benefited more than the rich from economic growth.
.
.
.
...
To achieve this, Oxfam makes the following recommendations.
• Pay workers a living wage and close the gap with executive rewards: Corporations are earning record profits worldwide and executive rewards are skyrocketing, while too many people are without a living wage and decent working conditions. Specific commitments must include: increasing minimum wages towards living wages; transparency on pay ratios; and protection of worker’s rights to unionize and strike.
• Promote women’s economic equality and women’s rights: Economic policy must tackle economic inequality and gender discrimination together. Specific commitments must include: compensation for unpaid care; an end to the gender pay gap; equal inheritance and land rights for women; and data collection to assess how women and girls are affected by economic policy.
• Keep the influence of powerful elites in check: Work hard to ensure that policy-making processes become less prone to capture by vested interests and more democratic. Specific commitments must include: mandatory public lobby registries and stronger rules on conflicts of interest; ensuring that good-quality information on administrative and budget processes is made public, and is free and easily accessible; reform of the regulatory environment, particularly around transparency in government; separating business from campaign financing; and cooling periods to close revolving doors between big business and government.
• Change the global system for R&D and the pricing of medicines so that everyone has access to appropriate and affordable medicines: Relying on intellectual property as the only stimulus for R&D gives big pharmaceutical companies a monopoly on the making and pricing of medicines. This increases the gap between rich and poor and puts lives on the line. Specific commitments must include: a new global R&D treaty; increased investment in medicines, including in affordable generics; and excluding intellectual property rules from trade agreements. Pharma tries to justify high prices by the cost of R&D, ignoring the fact that initial research and even some clinical trials are usually funded by the public purse. Financing for R&D must be delinked from the pricing of medicines in order to break the companies’ monopoly, and proper financing of R&D for needed therapies must be ensured, as must the affordability of the resulting products.
• Share the tax burden fairly to level the playing field: Too much wealth is concentrated in the hands of the few. The tax burden is falling on ordinary people, while the richest companies and individuals pay too little. Governments must act together to correct this imbalance. Specific commitments must include: shifting the tax burden away from labour and consumption and towards wealth, capital and income from these assets; transparency on tax incentives; and national wealth taxes.
• Use progressive public spending to tackle inequality: Prioritize policies, practice and spending that increase financing for free public health and education to fight poverty and inequality at the national level. Refrain from implementing unproven and unworkable market reforms to public health and education systems, and expand public sector rather than private sector delivery of essential services.
As a priority, Oxfam is calling on world leaders to agree a global approach to end the era of tax havens.
This paper has examined how the wealthy and powerful have used economic systems and structures to their benefit, to the exclusion of others. This is most apparent in tax systems, where companies and individuals actively seek to reduce their tax burden through the use of complex accounting mechanisms and international loopholes. This increases their profits, channelling returns to shareholders as opposed to society in general; societies need tax revenues to fund essential public services and infrastructure, on which these companies and individuals also depend. The existence of tax havens in particular allows income and wealth to flow offshore, untaxed and in secret – a legal means created for the rich to stay rich and to prevent essential redistribution that would reduce inequality and benefit society overall. Tax havens are an injustice that undermines the progressive principles upon which most tax systems are based. Until the rules are changed and there is fairer global governance of tax matters, tax dodging will continue to drain public budgets and undermine the ability of governments to tackle inequality. To change this requires global coordination.
All governments need to commit to a second generation of tax reforms to effectively put an end to harmful corporate tax practices in a way that benefits all countries. Specific measures should include:
• An effective approach to tackling corporate tax havens and harmful tax regimes, including non-preferential regimes, and putting an end to the race to the bottom in general corporate taxation. Such an approach requires all countries – including developing countries – to be involved on an equal footing. Ultimately, truly global cooperation will require the establishment of a global tax body under the auspices of the United Nations as the only legitimate representative global institution.
• Addressing the race to the bottom and the role of unproductive tax incentives in harmful tax competition through greater transparency of the incentives provided to multinational companies (including tax exemptions and holidays, corporate income tax, withholding tax, VAT and customs duties). Cost–benefit analysis should be conducted to measure the social impact needs which should be agreed prior to decisions. The investment climate can often be improved through more effective measures than tax incentives.
•Promote worldwide tax transparency by requiring multinational companies tomake country-by-country reports publicly available for each country in whichthey operate, including a breakdown of their employees, physical assets,sales, profits and taxes (due and paid), so that there can be an accurateassessment of whether they are paying their fair share of taxes.
To end the era of secrecy jurisdictions for financial assets, governments should ensure:
•The establishment of public registers of the beneficial owners of all companies,foundations and trusts;
•The implementation of a multilateral system for exchanging tax information onan automatic basis, which would include developing countries with non-reciprocal commitments (i.e. no obligation to send information until they haveestablished the capacity to do so).
.
.
.
...
1) 44 sayfalık araştırmaya buradan bakılabilir: https://d1tn3vj7xz9fdh.cloudfront.net/s3fs-public/file_attachments/bp210-economy-one-percent-tax-havens-180116-en_0.pdf
2) PUBLIC GOOD OR PRIVATE WEALTH? https://www.oxfam.de/system/files/bp-public-good-or-private-wealth-210119-en_web.pdf
3) OXFAM International -> "How we fight poverty: our goals and values" -> https://www.oxfam.org/en/explore/how-oxfam-fights-poverty
OXFAM
Oxfam is an international confederation of 17 organizations networked together in more than 90 countries, as part of a global movement for change, to build a future free from the injustice of poverty. Please write to any of the agencies for further information, or visit www.oxfam.org
Oxfam America (www.oxfamamerica.org)
Oxfam Australia (www.oxfam.org.au)
Oxfam-in-Belgium (www.oxfamsol.be)
Oxfam Canada (www.oxfam.ca)
Oxfam France (www.oxfamfrance.org)
Oxfam Germany (www.oxfam.de)
Oxfam GB (www.oxfam.org.uk)
Oxfam Hong Kong (www.oxfam.org.hk)
Oxfam India (www.oxfamindia.org)
Oxfam Intermón (Spain) (www.oxfamintermon.org)
Oxfam Ireland (www.oxfamireland.org)
Oxfam Italy (www.oxfamitalia.org)
Oxfam Japan (www.oxfam.jp)
Oxfam Mexico (www.oxfammexico.org)
Oxfam New Zealand (www.oxfam.org.nz)
Oxfam Novib (Netherlands) (www.oxfamnovib.nl)
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
--Alıntı--
Soziale Ungleichheit
Superreiche täglich 2,5 Mrd. Dollar reicher – was bleibt für den Rest?
Nachricht vom 21. Januar 2019
Unglaublich: Jeden Tag häufen Milliardär*innen 2,5 Milliarden Dollar mehr an, während die ärmere Hälfte der Weltbevölkerung verliert. Ganz klar: Die Politik muss endlich handeln! Nur so können wir die Ungleichheits-Krise stoppen.
//Mann sitzt vor Louis-Vuitton-Laden in Hanoi, Vietnam: Ein bettelnder Mann vor einem luxuriösen Kleidergeschäft auf der Dinh Tien Hoang Straße. Armut und Reichtum liegen auch in Vietnam nah beieinander ///
© Eleanor Farmer/Oxfam
Milliardär*innen werden reicher und reicher: Im vergangenen Jahr ist ihr Vermögen um 900 Milliarden US-Dollar gewachsen – im Durchschnitt sind das 2,5 Milliarden US-Dollar täglich. Gleichzeitig wissen ärmere Familien oft nicht, wie sie Schulbücher und Medikamente bezahlen sollen.
Jeff Bezos, Gründer von Amazon und reichster Mann der Welt, besitzt 112 Milliarden US-Dollar. Nur ein Prozent seines Vermögens entspricht dem kompletten Gesundheits-Budget Äthiopiens – ein Land, in dem 105 Millionen Menschen leben.
So krass ist die soziale Ungleichheit
Wie die krasse Anhäufung von Vermögen der Superreichen mit dem fehlenden Geld für öffentliche Bildung, Gesundheit und soziale Sicherung zusammenhängt – und warum darunter insbesondere Frauen und Mädchen leiden – zeigt der neue Oxfam-Bericht „Public Good or Private Wealth“.
So hat sich in den zehn Jahren seit der Finanzkrise die Zahl der Milliardär*innen weltweit nahezu verdoppelt. Gleichzeitig können sich immer weniger Menschen aus extremer Armut befreien: Das Tempo, in dem extreme Armut abnimmt, hat sich seit 2013 halbiert. In Teilen Afrikas steigt die extreme Armut sogar wieder an.
Frauenarbeit und Männerwirtschaft
Dabei trifft soziale Ungleichheit vor allem Frauen und Mädchen: Im weltweiten Durchschnitt besitzen Männer 50 Prozent mehr Vermögen als Frauen, ihre Gehälter sind um 30 Prozent höher. Dafür müssen Frauen für Mängel im Gesundheits- und Bildungsbereich aufkommen. Pro Jahr leisten sie unbezahlte Pflege- und Sorgearbeit im Wert von zehn Billionen US-Dollar – das entspricht etwa dem 38-fachen Jahresumsatz des VW-Konzerns.
Steuergeschenke für Konzerne und Superreiche
Das Unfassbare dabei: Konzerne wie VW und Superreiche erhalten von Regierungen sogar noch dicke Steuergeschenke. In reichen Ländern sind beispielsweise zwischen 1970 und 2013 die Spitzensteuersätze auf Einkommen gefallen – von durchschnittlich 62 auf 38 Prozent. In einigen Ländern, darunter Großbritannien und Brasilien, müssen die ärmsten zehn Prozent der Bevölkerung einen höheren Anteil ihres Einkommens für Steuern aufwenden auf als die reichsten zehn Prozent.
Es ist ein Skandal, dass sich Konzerne und Superreiche weiterhin um ihren gerechten Steuerbeitrag drücken. Dieses Geld fehlt, um in öffentliche Bildungs- und Gesundheitssysteme zu investieren – in Ländern wie Vietnam und Äthiopien, aber auch in Europa.
Die Politik muss handeln
Während die Superreichen ihr Vermögen also in Lichtgeschwindigkeit vermehren, geht es für die ärmere Hälfte der Weltbevölkerung wirtschaftlich bergab. Aber extreme Ungleichheit ist kein Naturgesetz. Sie ist die Folge einer verfehlten Politik – und diese Politik müssen wir im Jahr der Europawahl verändern.
Fordern Sie jetzt die deutschen Spitzenkandidat*innen zur Europawahl auf, sich für ein gerechteres Europa einzusetzen!
Kaynak: https://www.oxfam.de/ueber-uns/aktuelles/2019-01-21-superreiche-taeglich-25-mrd-dollar-reicher-bleibt-rest
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
--Alıntı--
"Public Good or Private Wealth?"
Publikation 21. Januar 2019
Im Vorfeld des Weltwirtschaftsforums in Davos veröffentlicht Oxfam den Bericht „Public Good or Private Wealth“. Der Bericht zeigt den Zusammenhang zwischen den enormen Vermögenszuwächsen an der Spitze und der Unterfinanzierung von Bildung, Gesundheit und sozialer Sicherung auf und macht deutlich, warum darunter insbesondere Frauen und Mädchen leiden.
Im vergangenen Jahr wuchs das Vermögen der Milliardäre und Milliardärinnen um 12 Prozent an, das sind 2,5 Milliarden US-Dollar am Tag. Das Vermögen der ärmeren Hälfte der Weltbevölkerung sank gleichzeitig um 11 Prozent, oder 500 Millionen US-Dollar am Tag. In den Ländern Afrikas südlich der Sahara stieg die Zahl der Menschen, die von weniger als 1,90 US-Dollar pro Tag leben müssen, erstmals wieder an. Frauen sind von sozialer Ungleichheit am meisten betroffen. Sie verdienen im globalen Durchschnitt 23 Prozent weniger als Männer, besitzen weniger Vermögen und füllen die Lücken im unterfinanzierten Gesundheits- und Bildungsbereich durch unbezahlte Pflege- und Sorgearbeit.
Vermögensrekorde auf der einen, Leben unterhalb des Existenzminimums auf der anderen Seite: Soziale Ungleichheit hindert uns daran, Armut zu überwinden und Gerechtigkeit zwischen den Geschlechtern zu schaffen. Sie steht einem Wirtschaftssystem im Weg, von dem alle profitieren, das jedem Menschen ein Leben in Würde ermöglicht und das den Erhalt der Natur für zukünftige Generationen sichert – weltweit.
Extreme Ungleichheit ist kein Naturgesetz. Sie ist die Folge einer Politik, die Profite vor Menschen stellt. Um Ungleichheit zu reduzieren, müssen Regierungen für eine faire Besteuerung sorgen, in öffentliche soziale Dienste investieren und die Benachteiligung von Frauen beseitigen.
Kaynak: https://www.oxfam.de/ueber-uns/publikationen/public-good-private-wealth
[Edited at 2019-01-22 09:52 GMT] | | | Stranica u temi: < [1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21] > | To report site rules violations or get help, contact a site moderator: You can also contact site staff by submitting a support request » İlginç yazılar No recent translation news about Turska. |
Wordfast Pro | Translation Memory Software for Any Platform
Exclusive discount for ProZ.com users!
Save over 13% when purchasing Wordfast Pro through ProZ.com. Wordfast is the world's #1 provider of platform-independent Translation Memory software. Consistently ranked the most user-friendly and highest value
Buy now! » |
| TM-Town | Manage your TMs and Terms ... and boost your translation business
Are you ready for something fresh in the industry? TM-Town is a unique new site for you -- the freelance translator -- to store, manage and share translation memories (TMs) and glossaries...and potentially meet new clients on the basis of your prior work.
More info » |
|
| | | | X Sign in to your ProZ.com account... | | | | | |