Stranica u temi: < [1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21] > | Off topic: İlginç yazılar Postavljač teme: Adnan Özdemir
| Adnan Özdemir Turska Local time: 04:25 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME "Sen kendi yandaşlarının bir kalemde 450 milyon TL vergi borcunu siliyorsun" | Mar 13, 2018 |
--Alıntıdır--
Odatv 12.03.2018 17:07
"Sen kendi yandaşlarının bir kalemde 450 milyon TL vergi borcunu siliyorsun"
CHP'li Ağbaba, "Sen kendi yandaşlarının bir kalemde 450 milyon TL vergi borcunu siliyorsun. Anadolu insanın emeğini, aşını elinden almak için 28 milyonun hesabını yapıyorsun. Yazıklar olsun" dedi.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, beraberindeki 13 CHP milletvekili ile birlikte Erzincan Şeker Fabrikası önünde vatandaşlarla bir araya geldi. Yaklaşık bin kişinin katıldığı toplantıda şeker fabrikalarının kapatılmasına tepki gösterildi.
Toplantıda konuşan Veli Ağbaba, vatan ve millet için her türlü ittifakta bulunmaktan onur ve mutluluk duyacaklarını belirtti. Üzerine Şeker-İş Sendikası'nın önlüğünü giyerek vatandaşlara seslenen Veli Ağbaba, "Bundan birileri rahatsız olabilir. İttifak konuşuluyor, deniliyor ki 'Cumhur İttifakı'. İki siyasi parti 2019’daki seçimlerde bir ittifak oluşturma çalışılıyor. Bunun adı koltuk ittifakı ama her gittiğimiz şeker fabrikası önünde bir ittifak da kendiliğinden kuruluyor. Bu ittifak koltuk için, makam için değil; bu ittifak vatan için, bu ittifakın adı vatan ittifakı, şeker ittifakı, ekmek ittifakı" diye konuştu.
“ADANA’DA TEKEL FABRİKASININ ÜZERİNDE BETON BİNALAR YÜKSELİYOR”
Başbakan Binali Yıldırım’ın şeker fabrikalarıyla ile ilgili açıklamasını da eleştiren Ağbaba şunları söyledi:
"Şeker fabrikaları özelleşecek ama kapanmayacak. Ben de buradan bir çağrı yapıyorum hemşehrinize, sevgili Başbakanınıza bir çağrı yapıyorum: Sayın Başbakan gel birlikte şeker fabrikalarını değil, geçmişte özeleştirilen tüm kurumları gezelim. Gel Et Balığı, Tekel’i, Sümerbank’ı, yem fabrikalarını gezelim. O özelleştirdiğiniz fabrikaların yerlerinde ne var? Yerlerinde ne var ben söyleyeyim: Ankara Et Balık Kurumu’nun üzerinde kocaman bir AVM var. Adana’da Tekel fabrikasının üzerinde beton binalar yükseliyor. İstanbul Tekel fabrikasının üzerinde rezidanslar, Karayolları'nda AVM, Çanakkale Tekel’de AVM, Malatya Tekel ve Sümerbank fabrikalarının üzerinde AVM’ler var.”
“KENDİ YANDAŞLARININ BİR KALEMDE 450 MİLYON TL VERGİ BORCUNU SİLİYORSUN”
CHP’li Ağbaba, şeker fabrikalarının zarar ettiği açıklamalarına da sert tepki göstererek “Öyle söylendiği gibi hiçbir yerde özelleştirilen, çalışan fabrika yok. Şeker fabrikaları zarar ediyor diyorlar. Burası 10 milyon, toplamda da 31 milyon TL zarar ediyor. Bölsek 80 milyona adam başı 35 kuruş düşer. Buradan çağrı yapsak, Türkiye’de millete bileziğini verir, küpesini verir, elindeki servetini verir. Niye bu fabrikalar yabancıya satılmasın diye. Eğer çok zarar ediyorsa bu zararı karşılamaya hazırız. Sen kendi yandaşlarının bir kalemde 450 milyon TL vergi borcunu siliyorsun. Anadolu insanın emeğini, aşını elinden almak için 28 milyonun, 30 milyonun hesabını yapıyorsun. Yazıklar olsun" ifadelerini kullandı.
Kaynak: https://odatv.com/sen-kendi-yandaslarinin-bir-kalemde-450-milyon-tl-vergi-borcunu-siliyorsun-12031810.html | | | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:25 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME "Allahu Ekber diyerek soyuyorlar Türkiye" | Mar 14, 2018 |
--Alıntıdır--
Odatv 14.03.2018 15:28
------
Çiftlik Bank verdiği reklamlarla bir yıl içinde yatırılan paranın ikiye katlanacağını iddia etti. Kişi, sisteme yeni insanları dahil ederse kazanacağı para da katlanacaktı. Ancak denilenlerin hiçbiri olmadı...
On binlerce kişiden yüz milyonlarca lira toplayan Çiftlik Bank sırra kadem bastı. Yatırdıkları paraları almak için şirketin merkezine giden vatandaşlar, merkezin sessiz sedasız boşaltıldığını öğrendi.
Şirkete para yatıranlar, yatırdıklarını geri alabilmek için eylem başlattı. Ancak şirketin CEO’su 25 yaşındaki Mehmet Aydın, Türkiye’yi çoktan terk etmişti. Aydın sosyal medya hesabından yayınladığı videoda bu sefer de kripto para işine girdiklerini, kripto para üretmek için çiftlik kurduklarını belirtti ve “Bitcoin batar biz batmayız” iddiasında bulundu.
HİKAYENİN BAŞINA GİDELİM
Peki Çiftlik Bank, on binlerce kişiye ve yüz milyonlarca liraya nasıl ulaşıp, kaçıp gitti?
Hikayenin başına gidelim…
Çiftlik Bank verdiği reklamlarla bir yıl içinde yatırılan paranın ikiye katlanacağını iddia etti. Kişi, sisteme yeni insanları dahil ederse kazanacağı para da katlanacaktı.
Dualarla tesisin açılışı yapıldı. Açılışlarına belediye başkanları, bürokratlar, siyasi partilerin il, ilçe başkanları katıldı.
Bir tesisinin temel atma töreninde dua eden şahıs, kurdele kesildikten sonra “15 Temmuz sürecinde kafirler bizden sıkıntı duyuyordu. Sizden bir tekbir getirmenizi isteyeceğim” dedi ve tekbirler çekildi.
“TÜRKİYE’NİN BAŞINDA BÜYÜK BİR LİDER VAR”
Törenin sunuculuğunu üstlenen kişi konuşmasına şöyle başladı:
“Türkiye büyük bir ülke. Türkiye'nin başında büyük bir lider var. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan. Uluslararası arenada ülkemizin onurunu gururunu haysiyetini koruduğu gibi ülkemizde de bütün vatandaşlarına sahip çıkıyor.
Bütün vatandaşlarımıza baktığımız gibi şehitlerimize de bakıyoruz. Bütün şehitlerimizin hiçbir ihtiyacı şu anda çok şükür yok. Güçlü bir ülkeyiz, bütün gazilerimize bakıyoruz.”
“KUDÜS KIRMIZI ÇİZGİMİZDİR”
Tesislerin temel atma törenlerine oyuncu Mehmet Çevik getirildi. Son olarak Diriliş Ertuğrul dizisinde oynan Çevik, Çiftlik Bank’ın Basın ve İletişi Danışmanı olarak anons edildi. Çevik mikrofonu eline alınca Çiftlik Bank’ın “Bu millet için yapılan yatırımlar" olduğunu ileri sürdü. "Kudüs kırmızı çizgimizdir" diyen Çevik "Lider ülke Türkiye'yi karıştırmaya çalışıyorlar", "Çiftlik Bank 'biz dünyadan büyüğüz' diyen 5'lerin kurduğu tezgâhı deviriyor" iddiasında bulundu.
Çevik konuşmasında ayrıca şunları da söyledi:
“Beyaz sakallarıma hürmeten beni dinlemenizi istirham ediyorum. Bir insan bir bilgisayar oyunundan yarın bu ülkenin besinini yaratacak noktaya geliyor. Kudüs kırmızı çizgimizdir. Evet.”
Videolar: Twitter/metcihan
Temel atma törenlerinde Erdoğan’a övgüler yapıldı, Kudüs hassasiyetleri belirtildi, şehitlere, gazilere övgüler düzüldü…
HAYVANLARI KAÇIRDILAR
Gelinen noktada ise insanlardan milyonlarca lira toplandı… Ancak hiçbir şey anlatılan gibi olmadı. Çiftlik Bank yöneticileri tarafından hortumlandı…
Tekirdağ'ın Saray ilçesinde bulunan Çiftlik Bank'a ait çiftlikte, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü ile jandarma ekiplerince arama yapıldı. Çiftlikte 50 büyükbaş hayvan bulunurken, 35'inde kulak küpesi olmadığı tespit edildi. Büyükbaş hayvanlara ilişkin kulak küpesi ve veteriner raporu olmadığı için yasal işlem başlatıldı. İşlemlerin ardından 35 hayvan yediemin olarak çiftlikte bulunan tek çalışana teslim edildi. Aynı gün yapılan ikinci incelemede ise 50 hayvanın çiftlikten götürüldüğü tespit edildi.
Yediemin olarak bırakılan 15'i kulak küpeli 50 hayvanın nereye götürüldüğüne ilişkin inceleme başlatılırken, bölge sakinleri çiftlikten bir süre önce kamyonlar ile büyükbaş hayvanların taşındığını ifade etti.
Sakarya Geyve Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürüttüğü soruşturma kapsamında Çiftlik Bank'ın yönetim kurulu üyesi ve Taraklı'daki tesisten sorumlu olan Cemal Çolak, İstanbul'da yakalandı. Adliyeye sevk edilen Cemal Çolak işe güvenlik görevlisi olarak alındığını sonra yönetim kurulu üyesi yapıldığını ileri sürdü. Şirketin yöneticilerinden S.A.ise savcılığa teslim oldu.
CEO'NUN EŞİ TESLİM OLDU
Sakarya Polisi, şirketin CEO'su ve Genel Müdürü Mehmet Aydın ile yönetim kurulunun diğer üyelerinin yakalanması için çalışmalarını sürdürüyor. Mehmet Aydın'ın eşi ve yönetim kurulu üyesi S.A. ise Geyve Cumhuriyet Başsavcılığı'na gelerek teslim oldu.
İLK DEĞİL…
Dualarla, tekbirlerle, Cumhurbaşkanı’na övgülerle açılan Çiftlik Bank’ın sonu para yatıranlar açısından hazin bitti… Bu Türkiye’nin karşılaştığı ilk dolandırıcılık örneği değil.
Bu ülke daha önce Jet Fadıl lakaplı Fadıl Akgündüz’ün dolandırmalarına şahit olmuştu. Akgündüz de her yeni projeye dualarla, tekbirle başlayıp aradan bir süre geçtikten sonra ortadan kayboluyordu. Defalarca dolandırdı, ortadan kayboldu, defalarca da ortaya çıkıp ellerini semaya açıp işine yeniden koyuldu.
Kaynak: https://odatv.com/allahu-ekber-diyerek-soyuyorlar-turkiye-14031825.html
------
* Ek bilgi ve yorumlar: https://eksisozluk.com/ciftlik-bank--5241300?p=220
** "Çiftlik Bank neden ve nasıl battı? Konuk: Gürsel Devrim İyim" (23 dakkalık vidyo) -> https://www.youtube.com/watch?v=d2myt5xiBdA
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
--Alıntıdır--
"Çiftlik Bank sahibi Mehmet Aydın kimdir? Çiftlik Bank nedir? Nereye kaçtı?"
Fanatik 14 Mart 2018, Çarşamba 10:09 Son Güncelleme: 14 Mart 2018, Çarşamba 17:28
Tüm Türkiye Çiftlik Bank şokuyla sarsıldı. Özelliklede Çiftlik Bank'a parasını kaptıranlar ne yapacağı bilmiyor. Çünkü Mehmet Aydın isimli dolandırıcı 27 yaşında kurduğu sanal oyun sayesinde 511 milyon dolandırıp kayıplara karıştı. Peki, Çiftlik Bank nedir? Çiftlik Bank sahibi Mehmet Aydın kimdir? Nereye kaçtı? Detaylar haberimizde...
Uzun süredir merak konusu haline gelen Çiftlik Bank ile ilgili bazı bakanlıkların yanında da Sermaye Piyasası Kurulu harekete geçmişti. SPK, Çiftlik Bilgi İşlem Bilişim Tarım Hayvancılık, Fame Game Hayvancılık Sanayi, Çanakkale Dora Gıda ve Fame Game Software şirketlerinin faaliyetleri incelenmişti. Bunun üzerine Çiftlik Bank’ın yaptığı açıklamada Ponzi veya saadet zinciri olmadıklarını göstermek için üye alımını durdurdukları öne sürüldü. Peki, Çiftlik Bank’ın sahibi kimdir? Çiftlik Bank nedir? Çiftlik Bank ile ilgili tüm detaylar haberimizde...
Çiftlik Bank nedir?
200 bin TL yatırana aylık 50 bin lira kazanç vaadiyle sanal çiftlik hayvanları satan KKTC merkezli Çiftlik Bank, aslında internet üzerinden oynanan sanal bir oyun. Kişiler siteye üye olduktan sonra sanal tarım yatırımları gerçekleştiriyor. Yatırdığı paraya göre, tavuk, arı veya keçi satın alıyor. Üyelere, sanal yatırımın ardından yüzde 40'a yakın kazanç sağlandığı iddia ediliyor. Sistem içindeki ödeme trafiği ise Papara adı verilen bir yazılım kullanılarak sağlanıyor.
Çiftlikbank'a ilk yaptırım Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'ndan gelmişti. Bakanlık, adında "banka" geçmesi nedeniyle şirketin reklamlarını 3 ay süreyle durdurma kararı almıştı.
Açıklamada şu ifadeler yer almıştı: "Bakanlığımızın başlatmış olduğu incelemeler; gerek reklam ve tanıtımların yasalara uygun olup olmadığının denetimi, gerekse Bakanlığımız müfettişlerinin piramit satış yönüyle başlattıkları yerinde denetimleri ile devam etmektedir. ÇİFTLİKBANK, ifadesinin Bankacılık Kanunu’nun 150'nci maddesine aykırılık teşkil ettiği tespit edilmiştir. Gerekli izinler alınmadan Banka ifadesinin gerçek ve tüzel kişiler tarafından ticaret unvanlarında, ilan ve reklamlarda kullanılması yasaktır.
Tüketiciler nezdinde bu yönde bir algı ve güven oluşturulmasının ve tüketicilerin tecrübesizliklerinin istismar edilmesinin önüne geçilmesi amaçlanarak, söz konusu reklamlar hakkında Reklam Kurulu’muz tarafından üç ay süreyle tedbiren durdurma cezası verilmiştir"
Çiftlik Bank sahibi Mehmet Aydın kimdir? Nereye kaçtı?
27 yaşındaki Çiftlik Bank'ın sahibi Mehmet Aydın’ın asıl işi olan arıcılıkla geçimini sağlarken bu projeyi üretti. Çiftlik Bank'ı ilk etapta oyun olarak geliştiren Mehmet Aydın, biriken paralarla 4-5 ay sonra Bursa İnegöl’de 250 büyükbaş hayvan kapasiteli çiftliğini açtı. Çiftlik Bank’ın kurucusu olan Mehmet Aydın, 8 Haziran 2017 tarihinde Buenos Aires’teki Türkiye’nin Arjantin Büyükelçiliği’ne gitti ve Avukat Mehmet Tuna adına vekaletname çıkardı. Aydın, ev adresi olarak ise Barrio Carrasco Av. Rivera 72 / 32 Montevideo’yu gösterirdi. Carrasco yalnızca başkent Montevideo’nun değil, Uruguay’ın en lüks semtlerinden biri olarak biliniyor.
Çiftlik Bank sistemi nasıl çalışıyor?
SPK raporuna göre Çiftlik Bank sistemiyle 77 bin 843 kişiden 511 milyon TL para toplantı. Yine rapora göre 62 bin 877 kişiye 393.3 milyon TL ödeme yapıldı. Kalan 113.4 milyon liranın ise Kıbrıs'a ve Çitlik Bank CEO’su Mehmet Aydın ile eşinin hesabına aktarıldı.
Çiftlik Bank'a üyelik alımı durduruldu
SPK incelemesi devam eden şirket 09.01.2018 tarihi itibariyle üyelik alımını durdurduğunu ilan etti. Kararın gerekçesi ise saadet zinciri, ponzi gibi iddialar. Açıklamada "Çiftlik bank oluşturulan tüm olumsuz algıları ve ön yargıları durdurmak, iddia edildiği gibi Ponzi Sistem veya Saadet Zinciri olmadığını ispat etmek üzere sisteme yeni üyelik alımıaskıya alınmıştır' denildi.
Çiftlik Bank mağdurları tesisleri bastı
Uzun zamandır gündemde olan ve hafta sonu merkez binasını boşaltan Çiftlik Bank’ın alacaklıları, Bursa’nın İnegöl ilçesinde bulunan tesisleri kamyonlarla bastı. Alacaklılar, dolandırıldıklarını söyleyerek, tesiste bulunan hayvanları kamyonlara yüklemek istedi.
Türkiye genelinde 500 bine yakın kişinin üye olduğu, yüksek kar ortaklığı vaadiyle çiftçilerden hayvan alan Çiftlik Bank, bir süredir üyelere ödeme yapmıyordu. Aylardır gündemde olan ve hakkında bir dizi suç duyurusu bulunan Çiftlik Bank'a yatırım amaçlı hayvan satan İnegöllü 200’e yakın çiftçi, Çiftlik Bank'ın Bursa’nın İnegöl ilçesine bağlı Sunpurpaşa Mahallesi'ndeki tesislerini kamyonlarla basarak hayvanlarını geri almak istedi.
SPK'dan suç duyurusu
Sermaya Piyasası Kurulu, Çiftlik Bank hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunduğunu duyurdu. SPK'dan yapılan açıklamaya göre, Çiftlik Bank sistemi için piramit satış sistemi değerlendirmesi yapıldı. Açıklamanın devamında, hileli işlemler yapıldığı belirtilerek, sisteme para yatıranların zarara görebileceği kaydedildi.
SPK'den yapılan açıklamada şöyle denildi:
Çiftlik Bank adı altında www.ciftlikbank.com ve www.ciftlikbank.web.tr adresli internet siteleri ile Çiftlik Bank ile ilişkili olduğu anlaşılan Çiftlik Bilgi İşlem Bilişim Tarım Hayvancılık Tic. Ltd. Şti., Fame Game Hayvancılık Sanayi ve Ticaret AŞ, Çanakkale Dora Gıda İçecek İnşaat Petrol Tarım ve Hayvancılık Turizm Ticaret Limited Şirketi ve Famegame Software Ltd. unvanlı şirketler üzerinden yürütülen faaliyetlerin incelenmesi neticesinde; Çiftlik Bank adlı oyun platformunun internet siteleri ve sosyal medya hesaplarında kullanıcılara yüksek oranlarda getirilerin vaad edildiği, oyun platformunda vaad edilen yüksek oranlı getirinin kaynağı olarak hayvancılık sektöründe yapılan reel yatırımların gösterildiği; ancak söz konusu şirketlerin de zarar ettiği görüldüğünden mevcut üyelere oyun içerisinde yapılması vaad edilen yüksek oranda ödemelerin gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığı; sayısı tam olarak tespit edilemeyen çok sayıda kişiden hayatın olağan akışına uygun olmayacak şekilde yüksek getiri taahhüdü yoluyla para toplanmasının 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 80 inci maddesi ile kurulması yasaklanmış olan 'piramit satış sistemi'nin özelliklerini bünyesinde barındırması ve hileli davranışlar yoluyla sisteme para aktaran şahısların zarara uğratılabileceği ve ileride büyük mağduriyetlere yol açabileceği hususları dikkate alınarak, konuyla ilgili olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 157 ve 158 inci maddeleri kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç ihbarında bulunulmasına ve 6502 sayılı Tüketici Kanunu’nun 6’ncı ve 80’inci maddeleri kapsamında gereğinin takdir ve ifasını temin etmek üzere Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’na bilgi verilmesine karar verilmiştir" denildi.
Çiftlikbank'a güvenen bayiler merkeze koştu
Aydın'ın ülkeden kaçtığını sistemin omurgasını oluşturan bölge bayileri de doğruladı. Son ana kadar Çiftlikbank'a güvenen bayiler, Aydın'ın kaçtığının anlaşılması üzerine soluğu şirketin Ümraniye'deki genel merkezinde aldı. Ancak bayiler genel merkezde hiçbir yetkiliye ulaşamadı. Sözleşmelerin iptali ve alacaklarının temini için arayışa giren üyeler avukatların ve noterlerin kapısına koştu.
Çiftlikbank Genel Müdürü Niyazi Karakoç: Ben de kandırıldım
Genel merkeze, bir haftadır çalışanların dahi gitmediğini öğrenen bayilere asıl şok ise şirketin üst düzey yöneticilerinden geldi. Çiftlikbank Genel Müdürü Niyazi Karakoç'un bayilerle bir toplantı yaparak "Ben de kandırıldım. Başınızın çaresine bakın" dediği öğrenildi. Yaklaşık 200 Çiftlik Bank mağduru ise dün akşam kamyonlarla Bursa'nın İnegöl ilçesindeki tesislere giderek, zararlarına karşılık tesisdeki hayvanları almak istedi. Çevrede güvenlik önlemi alan jandarma, grubu ikna ederek dağıttı.
Çiftlikbank'ın 500 bin üyesi var
Geçtiğimiz hafta Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci, Çiftlikbank'a idari yaptırımlar uyguladıklarını ve reklâmları durdurduklarını belirterek, paralarını yatıran vatandaşların Cumhuriyet Savcılıkları'na suç duyurusunda bulunabileceklerini ve dava açabileceklerini söylemişti. Çitflikbank yetkililerinin sistemi döndürmelerinin mümkün olmadığını belirtmişti. Tüfenkci, Çiftlikbank'ın üye sayısının 132 bini aktif toplam 500 bin olduğunu ve yüksek kâr vaatleriyle ciddi paralar toplandığını açıklamıştı.
''Çok pişmanız''
Çiftlikbank'ın en güçlü bayilerinden olan F.T şu açıklamayı yaptı: "Çok pişmanız. Bize her şeyin düzeleceğini söylemişlerdi. 2 aydır ödeme alamıyorduk. Çok kâr vaad ettiler. Sadece benim içeride 400 bin liram var. Sisteme 1 milyon TL yatıranlar oldu. Aydın ile son 5 gündür irtibat kesilmişti. Önce Dubai'ye sonra da Urugay'a gitmiş. Hiç kimse parasını alamıyor. Bankalarda tek kuruş bırakmamışlar " açıklaması yaptı.
Kaynak: http://www.fanatik.com.tr/2018/03/13/ciftlik-bank-sahibi-mehmet-aydin-kimdir-ciftlik-bank-nedir-nereye-kacti-1357566
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
ADO_YORUM: Çok dertliyin arkadaşlar çookk. Benim de 892 bin 750 liram (892.750,00 TL) buharlaştırıldı bu procede. Oğraş dur çevir mevirle, olmuyordu sırf çevirmekle işte... Baktım karlı bir yatırım gibi gelmişti bana ve birikimlerimi buraya yatırmıştım. Çok karpayı alacağımı sanmıştım... Uçtu getti paracıklarım. (şaka şaka)
Bu arada hadi bizim millet açgözlüdür, kısa yoldan köşeyi dönme manyağıdır, sevdalıdır böyle reklamlı işlere de ... Desi, tüm bu dümenler çevrilirken Maliye, Malı-ye, vergiciler, bakanlıklar filan neredeydi ki... Gariban tercümanın, dilmaçerin, seyyar satıcının, simitçinin gırtlağını sıkmakla mı meşgullerdi ki.. Hee?
▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄▄
///--Ekşi_yorum ekşi sözlükten alıntıdır--///
EKŞİ_YORUM: "ulan tombik, sana kizmistim basta ama su magdurlarin onceki donemlerde yayinladiklari videolara bakinca kizginligim gecti.
lan koca belediye baskanlarini cikartip kendisine beyefendi dedirtmis. bu guruh bu kadar para ve menfaat duskunu. yesili gorsunler yeter. her seyi es gecebilirler.
zaten ponzi scheme'i alip osmanli formatina cevirmis. acilisa mehter getir, hoca getir, dua okut filan. insallah, masallah, allah'in izni, hamdolsun vs. bu terimleri kullan. arada bati dunyasina laf cak. yerli ve milli de. buyuk oyunlar var de. parayi sandiga doldur. tum bunlari da 15 yasinda gorunerek yap.
lan ne diyeyim, uruguay kizlariyla bir iki foto at bari."
[Edited at 2018-03-14 23:59 GMT] | | | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:25 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME "Yandaş medya Çiftlik Bank'ı halka böyle yedirdi" | Mar 16, 2018 |
--Alıntıdır--
Odatv 16.03.2018 06:43
27 yaşındaki Mehmet Aydın, internet üzerinden yüksek kar vaadiyle sanal hayvan satan “Çiftlik Bank”ı kurmuştu. Aydın, 80 bin kişiden topladığı 511 milyon TL ile sırra kadem bastı. 80 bin kişiyi dolandıran Mehmet Aydın’ın Uruguay’a kaçtığını öne sürülüyor.
Türkiye “Çiftlik Bank” dolandırıcılığını tartışırken, hükümete yakın medyayı da telaş sardı. Daha önce yaptıkları haberlerle “Çiftlik Bank”a destek olan yandaş medya, şimdi hızla bu haberleri kaldırmaya başladı.
İşte o haberlerden bazıları:
Kaynak: https://odatv.com/yandas-medya-ciftlik-banki-halka-boyle-yedirdi-16031845.html
========
ADO_YORUM: Gasray kazanamaz üzül, sevdiğin dizi yayından kaldırılır üzül, imanlı(!) sanıp reklamını yaptığın sahte çiftliğe üzül... Kaldır, kaldır görmesinler.
Gerçekler ortaya çıkınca "biz değildik, böyle yapmadık, desteklemedik" demenin telaşı bunlar. Ne yaparsın.
Siz siz olun hiçbir şeye yandaş olmayın. Vicdanın, aklın yandaşı olun yeter.
[Edited at 2018-03-16 17:00 GMT] | | | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:25 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME "Bütün kandırılmalarımızın altında aynı sorun var" | Mar 20, 2018 |
--Alıntıdır--
Odatv -Yazan: Ahmet Koyuncu 20.03.2018 21:39
Son günlerde Çiftlik Bank olayı patladı. Yine Jet Fadıl’larla yaşanan senaryonun aynısı yaşandı. Ama bu kez oyuncular farklıydı. “Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaşta” olarak anons edilen bir şahıs 500 milyon dolandırarak yurt dışına kaçtı. Vatandaş ise fahiş kârları beklerken, yine kandırılmakla kaldı.
Peki, kandırılmayı, daha doğrusu “kandırıldım” sözünü bir yerlerden hatırlıyor musunuz?
Daha üç-dört yıl önce “Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin ortalamasıdır” adlı bir yazı yazmıştım ve en üstten cezayı almıştım. Oysa bu yazıda Sn. Erdoğan örneğinden yola çıkarak Türk toplumunu analiz etmiştim.
Belki siz katılmayabilirsiniz. Ülkemizin vasat çoğunluğunu yakından tanıyan bir bilim insanı olarak şunu söylemem yanlış olmaz. Sn. Erdoğan, Türkiye’dir. Doğrusuyla da, yanlışıyla da bizdir. İşte o nasıl kandırılıyorsa, Türk halkı da aynen öyle kandırılıyor. Bu psikososyal bir sonuçtur.
SÜLÜN OSMAN, BU DAMARI İLK KEŞFEDENLERDENDİR
Peki, Türk halkı neden bu kadar kolay kandırılıyor?
Çünkü Türk toplumu, büyümesine ve birey olmasına izin verilmemiş olan bir toplumdur. Erikson’un psikososyal gelişim kuramına göre, bir çocuk ilk olarak temel güven duygusunu kazanır. Bu, sağlıklı psikolojik gelişim için ön koşuldur. Eğer bu duygu gelişmezse, yerini temel güvensizlik alır. [1]
Peki, bir insan kime güvenir? En yakınındaki annesine, babasına… Peki, Türk halkı kime güvenir? “Devlet Baba”ya… 1950’lerde NATO’ya girdikten sonra devlet kaldı mı? İşte bu nedenle ülkemiz insanı, temel güven duygusunu kazanamamıştır. İşte bu güvensizlik ortamında yetişmiş olan bireylerin ise, birilerine kolayca inanması normaldir. Sülün Osman, ülkemizin bu damarını ilk keşfedenlerdendir. Boğaziçi Köprüsü olayını hepiniz bilirsiniz.
Peki, gerçekte ne oluyor? Türk insanı, tıpkı bir çocuk gibi güven duyacağı bir kaynak arıyor. İşte bu ihtiyacı ise Jet Fadıl’lar ve Çiftlik Bank’lar karşılıyor. Tıpkı ağzına şeker verilen bir çocuk gibi, altı aylık düzenli faiz ödemesine güven duyup, tüm parasını yatırıyor. Sistemi kuran şahıs ise, herkesi kullandıktan sonra paralarla birlikte ortadan kayboluyor.
ÜÇ-BEŞ İMAMIN BİR ARAYA GELEREK…
Bunlar para topluyor. Başka zenginliklerimizi toplayanlar yok mu? Örneğin FETÖ… Neredeyse 40 yıl boyunca Anadolu’nun saf ve zeki gençlerini devşirmedi mi? Tüm bunlar olurken devlet baba neredeydi? Bu insanlar FETÖ’ye öyle kuvvetli bir bağla bağlanmışlardı ki, sonrasında babalarını bile tanımamışlardı.
Bir düşünün... Bu kuvvetli bağlanmayı ve kendini örgüte adamayı gerçekleştirecek karakterleri kim arayıp buluyordu? Çünkü herkesi kandıramazsınız. Üç-beş imamın bir araya gelerek doğru karakterleri seçmesi mümkün müydü? Tabii ki, mümkün değildi. Çünkü, bu imamları CIA’nin sosyal psikologları yetiştirmişti. Öyle gençleri seçiyorlardı ki, bu gençler büyüdüğünde FETÖ’nün kamikazesi haline geliyorlardı.
İşte bu noktada, bu kandırılan insanların suçlanması değil, bu kandırılma koşullarını yaratan ortamın değerlendirilmesi önemlidir. Peki neden?
TÜRK HALKI PATERNALİSTİKTİR
Öncelikle Türk toplumu, paternalistiktir. Türk insanı ise birey değil, daha çok bir topluluğun parçasıdır. [2] Zaten Çiftlik Bank’ın bir mağduru da ne dedi? Bu kadar para yatıran herkes yanlış olamaz, diye düşündük. Yani buradaki “herkes” mantığının doğru analiz edilmesi önemlidir.
İşte bu paternalistik ilişki Batı toplumlarında pek görülmez. Çünkü kapitalizm yerleştikçe bu yapı kaybolmuş ve bireysellik ön plana çıkmıştır. Bizde ise topluluk ön plandadır. Hatta şeflerimiz, yöneticilerimiz, hatta liderlerimiz bile paternalistiktir. Yani, lider babadır. Babacandır, yardımsever ve hamidir. Paternalizmde ast, üste gönüllü boyun eğer. Lidere sadakat ve koşulsuz itaat vardır. [2]
Örneğin Sn. Recep Tayyip Erdoğan paternalistik bir liderdir. Eğri oturup doğru konuşalım. Ülkemizde 10 milyona yakın aile, Sn. Erdoğan sonrası devletten ciddi yardımlar almışlardır. Hükümet, köylerde ve varoşlarda unutulmuş insanların sağlık, eğitim, sosyal güvenlik ihtiyaçlarını karşılamıştır. İşte bu nedenle Türk halkı, Sn. Erdoğan’ı bir baba, bir hami olarak görmüştür. Tıpkı babasına itaat eder gibi, ona itaat etmiştir ve hala da etmektedir.
İşte bu paternalistik yapı nedeniyle bir gruba ait olmak, Türk toplumu için önemlidir. Birey olamadığı için güvenecek bir yer arar. İlk güven veren kişiye ise inanır ve sonra da kandırılır. Sıradan vatandaş için de bu geçerlidir, en tepedeki kişiler için de…
ASLINDA YAŞADIĞIMIZ ARABESKİN DİBİDİR
Peki, bu kandırılma temasını en fazla nerede görürüz? Arabesk şarkılarda…
Hani Küçük Emrah bir şarkısında: “Gelen vurur, giden vurur” der ya, işte Türk halkına da gelen vurur, giden vurur. Emrah’ın şarkılarını inceleyin görürsünüz: Acıların çocuğu… Boynu bükükler… Beni yerden yere vurup durmayın… Sefiller… Ben yetim, ben öksüz…
Saymakla bitmez. Onun hali, Türk halkının halini anlatır. Geçen yazımda ne demiştim? Küçük Emrah, acıların toplumunda acıların çocuğudur. Çünkü Türk halkı da onun gibi öksüz ve yetimdir. Atatürk öldükten sonra Türk halkı da babasız kalmıştır.
Siz de bilirsiniz, Türk halkı 1950 ve 60’larda hızla çoğalmış ve köylerden şehirlere doğru akmıştır. Ne yazık ki, bu göç ile şehirlere gelen Anadolu insanı, vasıfsız ve ayak takımı olarak kabul edilmiş ve kapıcı, hamal, işportacılık gibi işleri yapmaya mahkum edilmiştir. Temel güveni, duygusu olmayan bu kişilerin yaşadığı anomi süreci arabeski yaratmıştır.
Gerçekte arabesk nedir? Arabesk, aslında yok olan Anadolu insanının ağıtıdır. Köy enstitülerinde öğretmen olup, bilim insanı ve sanatçı olup toplumu aydınlatması umut edilen ya da kendi toprağı olması istenen Anadolu’nun yiğit insanlarının yok oluşunun ağıtıdır. Topraksız ve eğitimsiz kalarak feodaliteyi aşamamasının, göç ettiği şehirlerde ayak takımı olmasının, kula kulluk eden bit yavrularına (yavşaklara) dönüşmesinin ağıtıdır.
Bakın Küçük Emrah’a, görün halimizi… Yani yaşanılan Çiftlik Bank kandırılması, ülkemizin en acı gerçeğidir. Arabesk’tir… Ülkemiz insanı dün olduğu gibi, bu gün de tıpkı bir çocuk gibi kandırılmıştır. Gelen vurmuş, giden vurmuştur.
KOHLBERG’E GÖRE TÜRK TOPLUMUNUN AHLAKI
Bu günlerde, dimyata pirince giderken elindeki bulgurdan olan Türk toplumunu anlamak için, Kohlberg’i iyi anlamak gerektiğini düşünüyorum. Kendisi seküler ahlak kuramcıdır. 140 ülkeyi gezerek binlerce insan ile görüşmüş ve bu ahlak gelişim modelini kaleme almıştır: [3,4]
Gelenek Öncesi Düzey:
Bunun için Barbarlık düzeyi demek yanlış olmaz.
Evre I: Kurallara ve otoriteye körü körüne bağlılık aşamasıdır. Birey önemli değildir, önemli olan kurallardır. Otoriteye yakalanmadığı sürece her türlü kaypaklığı yapabilir.
II. Evre: İlişkilerde ana belirleyici olan çıkardır. Kişi kurallara kendi ihtiyacını karşıladığı sürece uyar. Yani ne kadar çok çıkarı varsa, o kadar çok yakınlık ve ilişki söz konusudur.
Geleneksel Düzey:
III. Evre: Doğru olan, iyi insan olmaktır. İyi anne, iyi baba, iyi öğrenci, iyi vatandaş, iyi insan… Davranış niyete göre değerlendirilir. “İyi niyetli olmak” önem kazanır.
IV. Evre: Vicdan evresidir. Doğru olan, bireyin topluma, bireylere, kurumlara katkıda bulunmasıdır. Kurallara uymanın nedeni, toplumsal sistemin-düzenin- korunmasıdır.
Gelenek Ötesi Düzey:
V. Evre: Kişi tek kişi olsa bile, toplumun çoğunluğu ile çelişse bile korumaktır. Hiçbir şey kişinin yaşama, özgürlük gibi temel hak ve özgürlüklerinden daha önemli olamaz. Yani demokrasilerdeki çoğulculuk mantığına denk gelmektedir.
VI. Evre: Evrensel Ahlak İlkeleri Eğilimidir. Bu evreye Hz. Muhammed, Gandi, Mevlana vb. kişileri örnek göstermiştir. Kohlberg’in kuramında ki en çok tartışılan evredir. [3,4]
Bu evreleri okuduktan sonra sizce Türk insanının ahlaki gelişim düzeyi ne olabilir? Tabii ki, çoğunlukla evre II "karşılıklı çıkar" aşamasıdır. Ne yazık ki ilişkileri ve ahlakı, çıkarlar belirlemektedir. Gemisini yürüten kaptandır ve bal tutan da parmağını yalar…
VAHŞİ KAPİTALİZM, BARBAR AHLAKINDAN BESLENİR
Çiftlik Bank olayında ise, para kaptıranların özellikle dindar insanlar olması ise içler acıdır. İnandığı din faizi yasakladığını bilmesine rağmen, çıkar ahlakı ile fahiş faizin peşine düşmüşlerdir. İşte bu durum toplumsal bir çürümenin ve kokuşmanın dışa vurumudur.
Oysa Anadolu insanının özünde iyilik yatar. Çünkü Anadolu; Mevlana, Bektaşi hümanizmine sahip, komşusunun acısını kendi acısı gibi yaşayan, Ahilik etiğini içselleştirilmiş insanların yurdu idi. Eline, beline, diline hakim olanların, komşusu aç iken tok yatmayanların toplumu idi. Yani evre 3-4 ahlaka sahiptik. İyiydik ve vicdan sahibiydik…
Ama NATO’ya girdikten sonra ne oldu? Atatürk Cumhuriyeti’nin dümeni bozuldu ve rotası değişti. Toplum çürüdü ve arabesk oldu… Aynen Küçük Emrah’ın filmlerine döndük. Nasıl ki, Küçük Emrah filmlerinde annesini kirleten ve kötü yola düşüren kişiye “Amca” diyerek güvenmişse, ülkemiz ise Anadolu Anne’yi kirleten ve insanlarını birbirine düşüren “Sam Amca”ya güvenmiştir.
En alttakilerin Müslüm babası ise, dalımda bir yaprak bitmedi usta der ya; Anadolu insanının dalında da bir yaprak bitmemiştir. Biteni de Sam Amca destekli Sağ partiler, TÜSİAD zenginleri ve darbeci askerler yemiştir.
Özelikle Özal’dan sonra bu bozulma zirveye çıkmıştır. Çünkü vahşi kapitalizm, barbar ahlakından beslenir. Çıkar, göz açıklığı ve etiksizlik takdir edilen bir meziyettir. Bu ortamda geleneksel ahlak düzeyinde olan kişiler, yani iyi ve vicdan sahibi kişiler saf, kerizdir.
Zaten Sülün Osman da, “İstanbul’un denizi ve kerizi bitmez” demiştir. Köyden şehre göç ile başlayan, vahşi kapitalizm ile temellerine dinamit atılan Anadolu’nun iyi insanlarının düşürüldüğü durumun özeti budur.
Sonuç olarak, Türk toplumu bozulmuş ve çürümüştür. Güven duygusu kaybolmuş olan sıradan insan, güveneceği birilerini aramış ve tıpkı bir çocuk gibi kandırılmıştır. Küçük Emrah’ların ve arabeskin dibini yaşayan bir toplumun, Jet Fadılları ve Çiftlik Bank olayını yaşaması zaten beklenen bir sonuçtur.
İşte bu sonucu yaratan toplumsal çürüme ve ahlaki çöküntünün nedenleri dikkatli analiz edilmeli ve çözümler aranmalıdır.
Bunu çözmeden, kandırılan vatandaşı da, kandırılan siyasetçiyi de daha çok okuruz.
KAYNAKÇA:
1) Arı, R. (2005). Gelişim ve Öğrenme. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
2) Köksal, O. (2011). Bir kültürel liderlik paradoksu: paternalizm. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 8(15), 101-122.
3) Kohlberg L, Hersh RH (1977). Moral development: A review of theory. Theory into Practise 16(2): 53-59
4) Kohlberg L. (1981). The philosophy of moral development. Cambridge: Harper and Row.
Yazının yeri: https://odatv.com/butun-kandirilmalarimizin-altinda-ayni-sorun-var-20031802.html | |
|
|
Adnan Özdemir Turska Local time: 04:25 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME "Çobandan pahalı et sorununa basit çözüm" | Mar 26, 2018 |
-- Odatv'den alınmıştır 26.03.2018 01:18 --
Türkiye’de pahalı et krizi sürüyor. Pahalı eti ucuzlatmak için yurtdışından ithal et getiren Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na ise tepkiler artarak devam ediyor.
Öyle ki ithalat sonrasında bile ucuzlamayan pahalı et sorununun nasıl çözüleceği tartışma konusu. Sosyal medyada ise pahalı et sorununa ilişkin konuşan bir çobanın sözleri “İşte çözüm bu” dedirtiyor. Çoban, Tarım Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba’ya seslenerek pahalı et sorununun nasıl çözüleceğini basit şekilde anlatıyor.
İşte sosyal medyada büyük ilgi toplayan o sözler:
3 dakkalık vidyo -> https://odatv.com/vid_video.php?id=8F61C
-----
ADO_YORUM: Çok güzel anlattın aslan gardaşım, ağzına sağlık.
[Edited at 2018-03-26 02:17 GMT] | | | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:25 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME "Köyün yüzde 85’i kanserden öldü" | Mar 29, 2018 |
--Alıntıdır--
DHA 17:07 29 Mart 2018
Trabzon'un Düzköy ilçesi Çayırbağı köyünde son yılarda ölümlerin çoğunluğunun kanser hastalığından olması, bölgedeki herkesi tedirgin ediyor. Kanserden ölenlerin fotoğraflarının kahve duvarında sıralandığı köyde yaşayanlar, 'Kanser teşhisi konulur' endişesi ile hastanelere başvurmaya korkar hale geldi. TBMM´ye önerge veren CHP Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen, köyde yapılan taramada son yıllarda yüzde 85´inin kanser vakalarından kaynaklı olan ölümlerin araştırılmasını istedi.
Düzköy ilçesi Çayırbağı köyü, son yıllarda kanser hastalıkları sonucu yaşanan ölümlerle anılmaya başlandı. Köyde, genç- yaşlı, kadın- erkek her yaşta görülen kanser hastalığı sonucu artan ölümler, vatandaşları da tedirgin ediyor. Kanserden hayatlarını kaybedenlerin fotoğraflarının kahve duvarına asıldığı köyde yaşayanlar, kanser teşhisi konulur endişesi ile hastanelere başvurmaya korkar hale geldi. Köyde yapılan taramada ölümlerin yüzde 85´inin kanser hastalıkları sonucu meydana geldiği belirlendi. Tarım ve hayvancılıkla uğraşanlar, köyde kapsamlı bir çalışma ile ölümlerin araştırılmasını istedi.
“HASTANELERE YANAŞAMAZ OLDUK”
Çayırbağı Köyü eski Muhtarı Mehmet Ali İshak, endişeli olduklarını ifade ederek, “Vatandaşlarımız ‘Eğer gidersem doktor bana kanser diyecek’ diye hastanelere bile yanaşamaz oldu. Çoluk çocuk, genç yaşlı herkes tedirgin. Köyde kanseri tetikleyen unsurlar olmalı. Biz köy halkı olarak içme suyundan şüpheleniyoruz” diyerek araştırma yapılmasını istedi.
Sabahattin İshak ise “İnsanlarımız kanser taramasından geçirilmeli. Devletimizden yardım istiyoruz” dedi.
KAHVENİN DUVARI DOLDU, TAŞTI
Köyde kahve işleten Suat İshak ise, kanser hastalığı sonucu ölenlerin fotoğraflarını duvara astıklarını ve manevi hatıralarını yaşattıklarını belirterek “Kanserden ölen gençlerimiz var. 15 yaşında, 20 yaşında bu illet hastalık yüzünden hayata veda ettiler. Kahveye kanserden ölen köylülerimizin fotoğraflarını astık. Artık duvarlarda yer kalmadı. Gelip kimse tahlil alıp da bu insanların neden kanserden öldüklerini halen daha kimse açıklayabilmiş değil” diyerek tepkisini dile getirdi.
“BABAM, AMCAM, HALALARIM….”
Köyde bağ ve bahçe işlerinde çalışan kadınlar da kanser hastalığı sonucu ölümlerden yakınıyor. Kâtibe Yılmaz “Köyde normal ölümlerimizde var ama çok fazla değil. Herkes kanserden ölüyor” dedi. Yeter Küçükaslan ise “Bu durumu artık kabullendik. Babam, amcam, halalarım kanserden yaşamlarını kaybettiler. Ne yapacağız bilemiyoruz” ifadelerini kullandı. Havva Küçükaslan köyün kaderinin bu olduğunu ifade etti, “Artık bu durumu kabullendik” dedi.
CHP´Lİ PEKŞEN: KANSER VAKALARI ARAŞTIRILMALI
TBMM´ye önerge veren CHP Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen, yapılan taramada Çayırbağı köyünde son yıllarda ölümlerin yüzde 85´inin kanser vakalarından olduğunu açıkladı, ölümlerin araştırılmasını istedi. Pekşen, konuyla ilgili şu değerlendirmelerde bulundu:
“Aslında kanser Trabzon’da sadece bir köy ya da ilçe için değil, bütün il genelinde büyük bir sorun. Bunun en önemli nedenlerinden bir tanesi, o bölgedeki içme suyu kaynaklarının kimyasal etkilere maruz kalması. Fındık, çaya verilen kimyasal gübrelerin su kaynaklarına karışması. Karadeniz bölgesinde çoğu yerlerde içme suyu kaynağı yok. Dolayısı ile kırsal alanlarda bulunan vatandaşlarımız kendi içme suyu kaynaklarını kendileri oluşturuyorlar. Temel nedenlerden bir tanesi kesinlikle bu. Çayırbağı mevkiinde yapılan taramalarda gördük ki; ölüm sebeplerinin yüzde 85’i kanser vakası. Kanser vakası sayımlarını durdurdukları için bilimsel verilere ulaşmak mümkün değil. Sadece hastaya konulan teşhislerde ve tedavi sürecinde yapılan işlemlerle bu verilere ulaşılabiliyor. Trabzon’da kanser vakaları ile ilgili yaptığımız araştırmalara göre ülke ortalamasının 6 kat üstünde olduğu görülüyor.”
Habarın kaynağı: https://www.sozcu.com.tr/2018/saglik/koyun-yuzde-85i-kanserden-oldu-2318729/
------
ADO_YORUM: Çok üzüldüm, ne desem bilemedim. Onca üniversite, onca kurum, onca yetkili var bir de... Bu soruna şimdiye değin bir çözüm bulunmalıydı. Saklamayın ey kurumlar, yetkililer, siyasetçiler; halkı bu kadar aldatmayın ne olur. Araştırıp, doğruları söylemek bu kadar zor mu? İlaç/kimya kartellerinin baskısı mı var yoksa üzerinizde???
[Edited at 2018-03-30 10:56 GMT] | | | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:25 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME "İslam’ın güncellenmesi: Mücahit Bilici ile söyleşi" | Apr 2, 2018 |
"İslam’ın güncellenmesi"
Gazeteci Ruşen Çakır - Sosyolog Mücahit Bilici söyleşisi 20 Mart 2018 - (37 dakkalık vidyo): https://www.youtube.com/watch?v=HadRkvyRUxA
[Edited at 2018-04-02 15:55 GMT] | | | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:25 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME "5 soruda yolsuzluk" | Apr 2, 2018 |
--Alıntıdır--
Deutsche Welle Türkçe 09.12.2016/ Ercan Coşkun
9 Aralık Uluslararası Yolsuzlukla Mücadele Günü. Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen bu gün kapsamında yolsuzluğun ne olduğunu ve dünyada çapındaki boyutlarını 5 soruda derledik.
1. Yolsuzluk nedir?
Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün (Transparency International) tanımına göre ”kamu gücünün, özel çıkar sağlamak amacıyla kötüye kullanılmasına“ yolsuzluk deniyor. Türk Ceza Kanunu’nda suç olarak düzenlenen rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma, yasadışı yoldan elde edilen kazancın (kara para) aklanması, dolandırıcılık, sahtecilik, zimmet, irtikâp gibi suçlar bu çerçevede ele alınıyor.
2. Uluslararası Yolsuzlukla Mücadele Günü ne zaman ortaya çıktı?
Birleşmiş Milletler Kalkınma Fonu'nun tahminlerine göre dünyada her yıl 1 trilyon Amerikan Doları rüşvet olarak ödeniyor. Yolsuzluk yapılarak çalınan paranın miktarı 2 trilyon 600 milyar doları buluyor. Birleşmiş Milletler, eğitim, sağlık, adalet, demokrasi, refah ve kalkınmaya verdiği zararları göz önünde bulundurarak yolsuzluğa karşı küresel bir mücadele başlatmış durumda. Bu çerçevede 31 Ekim 2003 tarihinde Birleşmiş Milletler Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi kabul edildi. Sözleşme kapsamında 9 Aralık'ın Uluslararası Yolsuzlukla Mücadele Günü olması da benimsendi. BM sözleşmesi Türkiye'de 24.05.2006 tarihli resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Türkiye ayrıca Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Ceza Hukuku Sözleşmesi, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Rüşvetle Mücadele Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelere taraf.
3. Yolsuzluk Algı Endeksi nedir?
Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün her yıl ülkelerdeki yolsuzluğu derecelendiren bir Yolsuzluk Algı Endeksi yayınlıyor. 100 puan en düşük yolsuzluk algısına 0 ise en yüksek yolsuzluk algısına denk geliyor. Geçen yıl yolsuzluk algısının en az olduğu ülke 90 puanla listenin ilk sırasında yer alan Danimarka oldu, onu Finlandiya ve İsveç takip etti. Listenin son sırasını ise 8'er puanla Kuzey Kore ve Somali paylaştı. 2012 ve 2013 yıllarında nispeten iyi sonuçlar alan Türkiye 2014 ve 2015 yıllarında düşüş kaydetti. 2014 yılında 45 puanla 64’üncü sırada yer alan Türkiye geçen yıl 42 puanla 168 ülke arasında 66’ncı sıraya geriledi.
4. Yolsuzluk hangi ülkelerde hükümet protestolarına yol açıyor?
Dünya kamuoyu yolsuzluk nedeniyle koltuğundan olan devlet ve hükümet başkanlarına yabancı değil. 2016 yılında da bazı ülkelerde yolsuzluk iddiaları nedeniyle hükümet ve devlet başkanları yoğun protestolara maruz kaldı. Bunlar arasında üç ülke öne çıktı.
BREZİLYA: Brezilya'da devlete ait petrol şirketi Petrobras skandalının etkileri sürüyor. Petrobras'ın 2004-2014 yılları arasında inşaat şirketlerine normal bedelin üzerinde ihaleler verdiği ve bu şirketlerin de siyasi partilere rüşvet sağladığı ortaya çıktı. 900 bin euroluk maddi kazanç sağladığı iddia edilen eski Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva Mart ayında gözaltına alındı ve sorgulandı. Halefi Dilma Rousseff 2003-2010 yılları arasında Petrobras'ın başkanlığını yaptığı için skandaldan etkilendi. Hakkında herhangi bir dava açılmasa da Senato Ağustos ayında Rousseff'i devlet başkanlığı görevinden azletti. Brezilya'da yolsuzluk davalarını soruşturan savcıların ve yargıçların yetkilerinin kısıtlanmasını öngören bir yasa tasarısı aralık ayında yine halkın sokağa dökülmesine neden oldu.
MALEZYA: Malezya'da Başbakan Necib Rezak kendi denetimindeki Malezya Kalkınma Fonu'ndan (1MDB) yaklaşık 700 milyon doları kişisel banka hesaplarına aktarmakla suçlanıyor. Malezya Yolsuzlukla Mücadele Komisyonu geçen yıl bu paranın Suudi Arabistanlı bağışçılardan geldiğini söyleyerek Rezak'ı aklamak istedi ancak bağışın hangi amaçla yapıldığı ortaya konamadı. Kasım ayında Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur'da muhalefetteki Bersih ("temizlik”) hareketinin düzenlediği yolsuzluk protestosuna on binlerce kişi katıldı. Göstericiler Başbakan Rezak'ın istifasını istedi.
GÜNEY KORE: Güney Kore Devlet Başkanı Park Geun-hye hiçbir resmi görevi olmayan arkadaşı Choi Soon-sil'in devlet işlerine müdahil olmasına izin verdiği için tepkilerin hedefinde. Aralarında devlet başkanının konuşma metinlerinin de olduğu yaklaşık 200 gizli belge Choi'nin bilgisayarında bulunmuştu. Choi hakkında ayrıca işadamlarını kontrolü altındaki vakıf ve derneklere on milyonlarca dolar bağış yapmaya zorladığı gerekçesiyle dava açıldı. Bir Şaman liderin kızı olan Choi hakkında kamuoyunda "Koreli Rasputin” benzetmesi yapılmıştı. Güney Kore Devlet Başkanı Park 25 Ekim’de Choi ile yakın ilişkisi olduğunu kabul etti. Kasım ayında başkent Seul'da toplanan yaklaşık 190 bin kişi Park'ın istifasını istedi. Güney Kore Devlet Başkanı Park 9 Aralık 2016 tarihinde Uluslarası Yolsuzlukla Mücadele Günü'nde parlamento tarafından görevinden azledildi.
5. Panama Belgeleri ne anlama geliyor?
Kamuoyuna Panama Belgeleri olarak sızdırılan dokümanlar, İtalyan Corriere della Sera gazetesine göre “tüm zamanların en büyük finans skandalını” ortaya koydu. Dünyanın en büyük off-shore hukuk danışmanlık şirketi Mossack Fonseca'dan sızdırılan belgelerin sayısı 11,5 milyonu buluyor. Panama’daki 215 bin hayali şirket üzerinden finans işlemleri yapan ve böylece varlıklarını gizleyen eski ve görevdeki 12 devlet ve hükümet başkanı, 128 politikacı, milyarder ve ünlü sporcunun adı belgelerde yer alıyor. Birçok ülkede yolsuzluk soruşturmalarını tetikleyen Panama Belgeleri, İzlanda Başbakanı Sigmundur David Gunnlaugsson’un istifasını getirdi. İspanya’da Sanayi Bakanı Jose Manuel Soria bu belgeler nedeniyle görevinden ayrıldı. İngiltere Başbakanı David Cameron 2009-2015 yıllarını kapsayan altı yıllık vergi beyannamesini açıklamak zorunda kaldı. Arjantin Devlet Başkanı Mauricio Macri hakkında da soruşturma başlatıldı.
Kaynak: http://www.dw.com/tr/5-soruda-yolsuzluk/a-36700927
-----
ADO_YORUM: Yolsuzluk, İslam dinine göre haram mıdır? Bence haramdır, kesinkes haramdır, kesinlikle haramdırrr. Sizceeeee?? Din bilginleri size sormuştum... Hee, kulağınızın üstüne mi yattınız gene... Her gonuda fetva veriyonğuz da bu gonuda neye sessiz galıyorsunğuz????
[Edited at 2018-04-03 17:29 GMT] | |
|
|
Adnan Özdemir Turska Local time: 04:25 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:25 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME "Henry ve Baloo: Doğasever kedi ile köpeğin alışılmadık yol arkadaşlığı" | Apr 8, 2018 |
--Alıntıdır--
BBC News Kelly-Leigh Cooper 8 Nisan 2018
Baloo (kedi) ve Henry, yakın dostlukları sayesinde Instagram'da neredeyse 500 bin takipçi edinmiş.
Kedi Baloo ve köpek Henry, yakın dostluklarını ortak yanlarına borçlu: İkisi de sahiplenilmiş ve ikisi de doğada uzun yürüyüşler yapmayı seviyor.
Bu olağandışı ikili, her fırsatta Colorado eyaletinin dağlık alanlarında doğanın tadını çıkarıyor. Fotoğraflarını pa... See more --Alıntıdır--
BBC News Kelly-Leigh Cooper 8 Nisan 2018
Baloo (kedi) ve Henry, yakın dostlukları sayesinde Instagram'da neredeyse 500 bin takipçi edinmiş.
Kedi Baloo ve köpek Henry, yakın dostluklarını ortak yanlarına borçlu: İkisi de sahiplenilmiş ve ikisi de doğada uzun yürüyüşler yapmayı seviyor.
Bu olağandışı ikili, her fırsatta Colorado eyaletinin dağlık alanlarında doğanın tadını çıkarıyor. Fotoğraflarını paylaştıkları Instagram hesaplarını da yüz binlerce kişi takip ediyor.
Sahipleri Cynthia Bennett ve Andre Sibilsky, kedi ve köpeğin bu kadar popüler olmasını gerçeklik dışı olarak niteliyor.
Hayran kitleleri düşünülürse, ikilinin maceraları bir sosyal medya kültüne dönüşecek.
Baloo Henry'nin kafasının üstünde uyumasıyla ünlü
Boston'da tanışan doğasever Cynthia ve Andre çifti, şehir hayatından uzaklaşmaya karar vererek bir heves Colorado'ya taşınmış.
BBC'ye konuşan Cynthia, "Büyük dağların olduğu batıya doğru yol almak istedik. Pek plan yapmadan yola koyulduk" diyor.
Çift burada düzenli olarak doğa yürüyüşlerine çıkmaya başlamış. Hayatları burada düzene girdikten sonra da, bir köpek sahiplenerek ailelerini büyütmek istemişler.
Böylece Henry hayatlarına girmiş: Alman Kurdu, Boxer, Staffordshire Teriyeri ve de Avustralya Çoban Köpeği kırması olan dev bir köpek!
Cynthia, köpeği Henry'nin diğer yavru cinslere oranla iki kat büyük olduğunu söylüyor.
"Barınağa gittiğimde hemen kucağıma yerleşti ve uyudu" diyen Cynthia, sözlerini şöyle sürdürüyor:
"Andre o an eve onu götürmemiz gerektiğini anladı. Bir anlamda Henry bizi seçti gibi hissettim."
Sokakta doğan Henry, başka eyaletlerdeki barınaklarda yaşanan ölüm ve terk etmelere karşı hayvanlara yeni bir ev vadeden barınakta karşılarına çıkmış.
Kırması olduğu bütün köpeklerin enerjik olduğu düşünülürse, doğa yürüyüşlerine alışması kolay olmuş.
Bir yıl sonra Cynthia kendi sosyal medya hesaplarından köpeğin çok fazla fotoğrafını paylaştığını fark edip, Henry için kişisel bir hesap daha açmanın eğlenceli olacağını düşünmüş.
İlk 3 yılda takipçi sayısı 30 bine çıkmış. Ancak asıl ilgi patlaması, Baloo'yu aileye kattıklarında yaşanmış.
Cynthia, kedi Baloo'yu eve almaya nasıl karar verdiklerini şöyle anlatıyor:
"Henry biz evde olmadığımız zamanlarda anksiyeteye kapılıyordu. O kadar ki ne yiyor ne de içiyordu. Biz de ona bir arkadaş getirmeye karar verdik.
"Instagram'da kedileriyle doğada uzun yürüyüşler yapan insanlar gördüm. Kediler de dışarıda gezmeyi seviyorlar."
Çift, aylarca Henry'e iyi bir yol arkadaşı aramış. Cynthia gülerek "Sonuçta bir kediyi bir şey yapmaya zorlayamazsınız" diyor.
Kimya uyumu
Kedi Baloo, Henry gibi kurtarılmış bir sokak hayvanı.
Cynthia, Baloo'nun Henry'e bayıldığını, hatta sakinleşmesi için kediyi Henry'nin yanına koyduğunda, hemen uykuya daldığını söylüyor.
"Bence Baloo, Henry'nin annesi olduğunu sanıyor" diyen Cynthia, ilk aylarda köpeğe sanki onun süt annesiymiş gibi davrandığını anlatıyor.
Cynthia'ya göre Baloo kendisinin de köpek olduğunu sanıyor:
"Dışarıda bir köpek gördüğünde ona koşuyor ama ama kedi gördüğünde görmezden gelip geçiyor. Ne olduğunun farkında bile değil. Çok komik!"
Cynthia'nın partneri Andre finans sektöründe tipik bir ofiste çalışıyor.
Cyntia ise bir süre sonra kendi işi olan pazarlamadan uzaklaşarak Instagram hesabını güncellemeye ve fotoğrafçılık tutkusuna odaklanmış.
Cynthia takipçilerine kedi Baloo'nun köpek Henry'ye tasma ya da herhangi bir şeyle bağlı olmadığını vurguluyor.
Öte yandan, bu şöhretleri sonrası hayat güllük gülistanlık olmamış.
Bazıları çifti doğa odaklı alternatif yaşamları nedeniyle eleştirmiş.
Cynthia, "Biraz tanınınca diğer tarafla da yüz yüze geliyorsunuz. Anlamıyorum, niye bir köpek ve kediye saldırırsın ki?" diyor.
Bütün olumsuzluklara rağmen çifte olan destek fazla.
"Van-life" adı verilen gruplar, evlerinin doğada olduğu göçebe yaşam tarzlarını sosyal medyada paylaştıklarında tepkilerle de karşılaşıyorlar.
Cynthia ise bir süre sonra eleştirileri çok da takmamayı öğrenmiş. Hem de Henry ve Baloo'nun günlerini güzelleştirdiğini söyleyenlerin yorumları sayesinde...
---
Kaynak (yazı ve foturaflar): http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-43669634
[Edited at 2018-04-08 21:04 GMT] ▲ Collapse | | | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:25 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME "Suudi prense Fransa’da porno şoku!" | Apr 10, 2018 |
--Alıntıdır--
Sözcü/ 10 Nisan 2018
//Rahmetli Suud el Faysal'ın 2 foturafı, kalıbının adamıymış gibi gençliğinde (netten buldum).//
Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın Paris'i ziyaret ettiği sırada, bir Fransız porno film şirketi, en önde gelen prenslerden birinin çektirdiği porno filmlerin parasını ödemediği gerekçesiyle kraliyet ailesine dava açtı. Sözkonusu kişi, 1975-2015 arası 40 yıl boyunca Suudi dışişleri bakanlığı yapmış olan Prens Suud el Faysal.
Sputnik’in haberine göre, dünyanın en uzun süre görev yapan dışişleri bakanı olan Prens Suud el Faysal’ın, 2015 yılında 75 yaşında ölmesinin ardından, porno filmler çektirdiği su yüzüne çıktı.
Fransız porno film şirketi Atyla, eski dışişleri bakanının çektirdiği filmlerin 90 bin euro’luk faturalarını hiç ödemediği gerekçesiyle Suudi kraliyet ailesine dava açtı. Dava haberi, tam da Suudi Arabistan’ın de facto lideri Selman’ın Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’la görüşmek üzere Paris’i ziyaret etmesine denk geldi.
Dava dilekçesinde Faysal’ın, en sevdiği metresinin başrolde oynadığı porno filmler çektirdiği, bu filmlerde görmek istediklerine dair talimatlar gönderdiği, filmlerde mekan olarak Paris’teki Zafer Takı yakınında bulunan Faysal ailesinin lüks villası ile çeşitli otel odalarının kullanıldığı belirtildi.
‘ÖDEME, TASDİK OLACAK’
Talep edilen para Suudi kraliyet ailesinin devasa servetine kıyasla çölde kum tanesi gibi olsa da ödemenin yapılması Suudi kraliyetinin Paris’teki evlerinden birinin porno film çekimlerinde kullanıldığını kanıtlayacak.
Faysal’ın evlendiği kuzeninden 3 erkek ve 3 kız çocuğu var.
Daire artık Faysal’ın çocuklarına ait ve onlar da babalarının böyle faaliyetlerde bulunduğunu yalanlayıp borcu ödemeyi reddediyor.
Aile Fransa’da değilken emlakla ilgilinen şirket, Atyla’nın porno film çekimleri için kendilerinden herhangi bir hizmet talep etmediğini söyledi.
METRESLİ FİLMDEN BİR FOTOĞRAF
Davacıların mahkemeye sunduğu kanıtlara göreyse Faysal, en sevdiği metresi olan Faslı kadına vasiyetinde Paris’te bir daire ve nakit para miras bıraktı. Ve bu kadının siyahi bir erkek oyuncuyla çektiği sahnelerin montajlanmasına dair bir fotoğraf kanıt dosyasına konuldu.
‘ALLAH VERGİSİ GÜCÜYLE HÜKMETSİN’
Faysal’ın asistanıyla şirket arasındaki e-posta yazışmaları da kanıtlar arasında. Birinde Suudi prensi şu talimatları veriyor:
”Erkeğin refikasına şiddet kullanarak değil, becerilerini, kudretini ve Allah vergisi armağınını kullanarak hükmetmesi önemli.”
‘BAĞLAMA’ SEVMİYORMUŞ
Çekilen sahnelerle ilgili prensin asistanından şöyle bir uyarı geliyor:
”Hala beğenmedi. Ellerin, gözlerin bağlı olmasından hoşlanmıyor. Yenisini yapın.”
Kanıtlar arasında henüz porno filmler yok, ama şirket gerek olursa filmleri de sunacağını belirtti.
FRANSA, SUUDİ PRENSESİ İÇİN TUTUKLAMA EMRİ ÇIKARMIŞTI
Mahkeme dışında iki taraf bir anlaşmaya varamazsa dava eylülde başlayacak. Bu Fransa’nın Suudi kraliyetiyle ilk mahkemelik oluşu değil.
Aralık 2017’de Fransa, Suudi Veliaht Prensi’nin kızkardeşi olan Suudi Prensesi Hassa Bin Selman için Paris’te bir ressam-dekoratörü dövdürttüğü iddiasıyla uluslarası tutuklama emri çıkarmıştı.
İddiaya göre 43 yaşındaki Prenses Hassa’nın ”O köpeği öldürmen lazım, yaşamayı hak etmiyor” diye emir verdiği silahlı koruması dekoratörü saatlerce dövüp tehdit ettikten sonra prensesin ayaklarını öptürmüştü.
PRENSES PARİS’TEN KAÇMIŞTI
Suçlamalar karşısında yargı muafiyeti getiren diplomatik dokunulmazlığı olduğunu savunan Suudi Veliahtı’nın kızkardeşi, süreç devam ederken 2016’da Paris’i terk etmişti.
SELMAN İLE ÜÇ GÜN
Şimdi Fransa, üç haftalık ABD ziyaretini tamamlayan Suudi Veliaht Prensi’ni üç gün boyunca ağırlayacak.
Kaynak: https://www.sozcu.com.tr/2018/dunya/suudi-prense-fransada-porno-soku-2342013/
-----
--------
ADO_YORUM: Porno filim deyip dudak bükmeyin a dostlar. Bir zamanlar İspanya'da ben de bu alanda kariyer yapmak istemiştim. "Deneme çekimi" görünümlü birkaç deneme öncesinde (para peşin kırmızı meşin) yüklüce avrolarım cukkalanmıştı Bilbao'da... Ne öğrendim derseniz: Çok zor be ağbi; ışıklar, .ötünün dibine kamerayı dayayıp çekim yapan ekip... Rocco Siffredi gibi olacaksın diyerek içirdikleri hapcıklar...Porno yıldızı olamadım, bahaneleri de onların o zamanki endüstriyel standartlarına uymayan hıyar oldu. Sağlık olsun.
Rahmetli Suudi prensini takdir ettim. Zevk sahibi adammış vesselam.
Büyük usta Rocco Siffredi (altta)
[Edited at 2018-04-11 03:54 GMT] | | | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:25 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME "Orman talanı madencinin iştahını açtı" | Apr 14, 2018 |
--Alıntıdır--
Sözcü/ Erdoğan SÜZER 02:51 14 Nisan 2018
Hükümetin ormanlardaki dikili ağaçların satılmasına, ormanlara yeraltı depoları ile balık tesisleri kurulmasına izin veren düzenlemeleri, madencileri de cesaretlendirdi. Madenciler, ormanlarda daha kolay ve daha ucuz maden sahaları kurabilmek için hükümetten izin bedellerinde indirim yapmasını istedi.
HAVLU ATIYORUZ
Madenciler, indirim yapılması halinde ormanlarda maden aramalarının hızla artacağını, ormanlardan daha çok maden çıkarılacağını söyledi. Türkiye Mermer, Doğaltaş ve Makinaları Üreticileri Birliği (TÜMMER), Türkiye Madenciler Derneği (TMD), Altın Madencileri Derneği (AMD) ve Agrega Üreticileri Birliği (AGÜB) yaptıkları açıklamada, Türkiye'de orman izin bedellerinin çok yüksek olması nedeniyle arama ve işletme faaliyetlerinin artık sürdürülemez hale geldiğini, madencilerin çoğunun havlu atmaya başladığını ifade ettiler.
Maden arama ve işletme faaliyetlerinin kamu yararına yapılan faaliyetler olduğunu savunan dernek ve birlikler, madencilik faaliyetleri için ödenen mülkiyet izin bedellerinin orman arazilerinde yatırımın yüzde 48'ini bulduğunu, maden aramak için vatandaşın arazisini metrekaresini 1 liradan satın alırken orman arazisi için Orman Genel Müdürlüğü'ne 2.5 lira kira bedeli ödemek zorunda kaldıklarını belirttiler.
//Madenciler, ormanlarda daha kolay ve daha ucuz maden sahaları kurabilmek için izin bedellerinde indirim istiyor.//
PANSUMAN YETMEZ
Madenciler, ormanlarda yaptıkları maden aramaları için Orman Genel Müdürlüğü'nün madencilerden birçok izin bedeli aldığından şikayet ederlerken, ormanlarda yeterince maden arayamadıkları için Türkiye'nin yurtdışından maden ithal etmek zorunda kaldığını, bu yüzden de cari açığın arttığını ifade ettiler.
“Pansuman tedbirleri yetmez, cerrahi müdahale şart” diyen madenciler, orman mülkiyeti izin bedellerinin ormanlarda maden aramayı kolaylaştıracak şekilde düşürülmesini istediler.
ADO_YORUM: Yani, istedikleri yerleri diledikleri gibi kirletmek istiyorlar. O yörelerin insanlarına kalan kirletilmiş, bozulmuş, talan edilmiş bir doğa oluyor. | |
|
|
Adnan Özdemir Turska Local time: 04:25 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME "Bakın sonucu ne çıktı" | Apr 16, 2018 |
--Alıntıdır--
İlahiyatçı yazar Cemil Kılıç yazdı
Odatv 16.04.2018 21:52
Türkiye 80 milyonu aşan nüfusunun %98’i Müslüman bir ülke. Elbette ki bu Müslümanlığı; inançsal ve sosyo-kültürel müslümanlık diye ikiye ayırmak durumundayız. Bu bağlamda %98’in ne kadarı inançsal Müslüman, ne kadar sosyo-kültürel Müslümandan oluşuyor, bunu bilemiyoruz. Zira bu konuda elimizde bilimsel bir araştırma sonucu yok.
Ancak birkaç gün evvel; 12 Nisan’da 50 binden fazla takipçimin olduğu Twitter hesabımda bu konu ile ilgili olarak yaptığım bir anketin sonuçlarını bir fikir vermesi açısından paylaşmak isterim.
Kendinizi inançsal olarak nasıl tanımlıyorsunuz, diye sordum.
Ankete 10 bin 400 kişi katıldı.
Buna göre;
%41’i kendini Sünni, Şiî ve Alevi olmak üzere İslam dinine mensup olarak niteledi.
%27 Deist ve Tengrici seçeneğini işaretledi.
%26 Ateist seçeneğini işaretledi.
%6 diğer seçeneğini işaretledi.
GENÇLER ARASINDA BU ORAN DAHA YÜKSEK
Böylesi anketlerin belli ölçüde manipülasyona açık olduğu gerçeğini de hesaba katarak, ulaşılan sonucun yine de bir anlam ifade ettiğini düşünüyorum. Zira, Diyanet İşleri Başkanlığı'na ve MHP genel başkanına bakarsanız Türkiye’de deist ve ateist hiç yokmuş. Ama bakın işte sadece bu ankete göre bile 3 bin civarında deist / Tengrici var. Bir o kadar da ateist var. Bu oranları genel nüfusa vurduğumuzda çıkan sonuçlar elbette ki tam anlamıyla gerçeği yanısıtıyor olmaz. Zira, Twitter kullanıcılarının inançsal durumlarının bütün nüfusumuzun genel yönelimini ifade etmesi mümkün değil. Lakin yine de bir fikir vermek bakımından dikkate değer olduğunu belirtmeliyim.
Gerçek şu ki, Türkiye’de sosyo-kültürel açıdan Müslüman olsa da, inançsal açıdan İslam’la bağını koparmış ciddi bir nüfus var. Bunun oranının %30’larda olduğunu düşünmekteyim. Gençlerin arasında ise bu oranının daha da yüksek olduğunu tahmin ediyorum.
Öte yandan, tüm dünyadaki Müslüman nüfusun 1 milyar 700 milyon civarında olduğu ifade ediliyor. Bu nüfusun yaklaşık %79 – 80’i Sünnilerden, %17 – 18’i ise Şiilerden oluşuyor. Şii ve Sünni kategorisine dahil olmayan %2- 3 kadar da diğer Müslümanlar var. Söz gelimi, Alevi, Nusayri, Dürzi, Yaresan, Kadiyanî, Lahçi vb.
İslam dünyasının büyük bir bölümünde yönetsel anlamda dinsel referansların etkili olduğunu biliyoruz. Pek çok İslam ülkesinde şer’î yasalar egemen. Hatta bazı İslam ülkelerinin resmi adlarında bile İslam ibaresi var: İran İslam Cumhuriyeti, Pakistan İslam Cumhuriyeti, Afganistan İslam Cumhuriyeti gibi.
DİNSELLEŞMENİN EN YOĞUN OLDUĞU ALANLARDAN BİRİ EĞİTİM
İslam dünyasında şer’î yasaların hakim olmadığı birkaç ülkeden biri de Türkiye’dir. Türkiye’ye ilaveten bu konuda laik duyarlılığın yüksek olduğu Tunus, Azerbaycan, Lübnan, Kazakistan, Cezayir, Arnavutluk, KKTC, Suriye gibi ülkeleri de zikredebiliriz.
Gerçek şu ki, anayasasında laik olduğu yazılı olsa da Türkiye’de hem devlet düzeyinde hem de sosyal yaşam bağlamında dinselleşme, hegemonik bir içerikte artış göstermektedir. Politik dil giderek dinselleşmekte ve din istismarına dayanmaktadır. Çoğu devlet töreninde dinsel ritüeller törenin bir parçası haline gelmekte ve laiklik fiilen etkisizleştirilmektedir.
Dinselleşmenin en yoğun olduğu alanlardan biri eğitimdir. Eğitimdeki dinsel derslerin sayısı ve saati geçmişe nazaran son yıllarda birkaç katına çıkmış bulunuyor. Öte yandan imam hatip okulları, sıbyan mektepleri ve Kur’an kurslarında bıktırıcı düzeyde bir dinsel telkin söz konusu. Bu noktada özellikle yeni nesil arasında din karşıtı yönelimler tepkisel bir içerikte bir yükseliş göstermektedir. Anlaşıldığı üzere siyasi iktidarın dindar nesiller projesi başarısızlığa doğru sürüklenmekte ve evdeki hesap çarşıya uymamaktadır.
Dindar nesiller projesinin başarısızlık ihtimalinin artmasının bir diğer nedeni de son dönemde din adına konuşan pek çok kişinin akla ve sosyal gerçekliğe aykırı bir yığın sözde fetvayı toplumun üzerine deyim yerindeyse boca etmesidir.
KURAN'IN ONAY VERMEDİĞİ BİR SAPMA
Gelinen aşamada şu gerçeği de ifade etmeliyiz ki bugün topluma ve gençliğe din diye dayatılan şey, aslında İslam’ın temel referanslarından onay alması mümkün olmayan ve daha ziyade Emevi geleneğini ifade eden bir anlayıştır. Bugün yaşanan ve savunulan İslam, Muahmmedî değil Emevi İslam’ıdır. Emevî İslam’ının saltanatçı ve hilafetçi kimliği gerçekte bir tevhid dini olan Muhammedî İslam’a son derece aykırı unsurlar içeriyor.
Emevi İslam’ı kadercidir. Siyasi iktidara tam bir teslimiyeti emreder. Bireyin irade ve hürriyetini sıfırlar. Bunun için de yapay bir biçimde takdir-i ilahî yani kader kavramına yaslanır. Başa gelen bütün yönetsel ve toplumsal sıkıntıların kaynağı olarak Allah’ın takdirini ileri sürer. Böyle olunca da yöneticilerden hesap sorma söz konusu olmaz. Zira bu durumda hesap sorulan yöneticiler de doğrudan doğruya Allah olmaktadır. Nitekim bu yanlış inancı pekiştirmek ve konumlarını sağlamlaştırmak için Muaviye’den beridir saltanatçı ve hilafetçi anlayış, sultanları / halifeleri “Allah’ın yer yüzündeki gölgesi” olarak adlandırır. Aslında bu nevi bir inanış, açıkça tevhid inancına aykırılık içermektedir. Zira tevhid inancında hiç kimse Allah’ın ortağı olmadığı gibi, gölgesi de olamaz. Allah’ın gölgesi olduğunu ileri sürmek aslında ona ortaklık iddiasında bulunmak demektir. Bu noktada “ululemre itaat” ilkesini kendileri için savunma zemini yapmaya çalışan sözde slatanatçı ve hilfetçiler, bilmelidirler ki ululemir’den kasıt sultanlar ve halifeler değil kendi alanında uzmanlaşmış kimselerdir. Bu nedenle itaat edilmesi emredilenler aslında herhangi bir iş konusunda o işin uzmanlarıdır. Bunu siyasi iktidar lehine yorumlamak ayetteki maksadı açıkça çarpıtmaktır.
Saltanatçı ve hilafetçi İslam anlayışının bir diğer patolojik sonucu da İslam’ın bir yığın mezhep, tarikat ve cemaate bölünmesidir. Bu, Kur’an’ın asla onay vermediği apaçık bir sapmadır. Zira Kur’an’da;
“Şu dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur ve onların işi Allah’a kalmıştır…” denilmektedir. (Hayvanlar Bölümü 159. Söz / En’am Suresi 159. Ayet)
İSLAM'A GÖRE DEVLETİN BİR DİNİ OLMAZ
Cemaat ve tarikat gibi yapılanmaların Muhammedî İslam’da yeri yoktur. Muhammedî İslam’da sultanlık ve halifelik de yoktur.
Halife kavramı özellikle Muaviye ile birlikte öne çıkmış ve Allah’ın halifesi / Halifet’ullah ifadesi kullanıma sokulmuştur. Oysa evvelce Müslüman toplumun liderine daha ziyade “emir’ül- müminiyn” denilmekteydi.
Bütün dinci propagandaya rağmen toplumdaki dinden uzaklaşma temayülü aslında din diye dayatılan saltanatçılığa, hilafetçiliğe, mezhepçiliğe, cemaatçiliğe, tarikatçılığa, yüzyıllar öncesinin koşullarını yansıtan sözde şer’î yasalara karşı güçlü bir itirazı ifade etmektedir. Bu itirazın daha da yükselmesi lazımdır. Zira cari İslam / reel İslam ne hazin ki insan fıtratına başka bir ifadeyle doğal olana karşı bir zorlamadan ibarettir. Oysa din dediğimiz kurum tabiî olanı, fıtrata münasip olanı korumayı amaçlar. İşte bu bağlamda ifade edelim ki dinin gerçek anlamının esas alındığı yeni bir dinsel yorum, deyim yerindeyse dine küsen kitleleri yeniden dinle barıştıracaktır.
Yeni dinsel yorum, İslam’ın tecdididir. Buna güncelleme demek de mümkündür. İslam’ın güncellenmesi yolunu açan en önemli sosyal, siyasal ve kültürel değişim ve dönüşüm de hiç kuşku yok ki, Cumhuriyet devrimleridir. Bu devrimlerin doğru tahlili bize göstermektedir ki, Müslüman toplumlar saltanatçı, hilafetçi, kaderci, mezhepçi, cemaatçi, tarikatçı dinsel anlayıştan kurtulmalı ve dini yeniden yalnızca Allah’a özgülemelidir. Bu da aslında laikliğin özümsenmesi demektir.
Laikliği dinsizlik olarak takdim etmek isteyenler bilsinler ki, İslam’a göre devletin bir dini olamaz. Zira devletin dini yalnızca adalettir. Eğer bir devlet adalete uygun yönetiliyorsa zaten o devlet İslamî bir devlettir. İsterse o devletin yurttaşları ve yöneticileri arasında hiçbir Müslüman bulunmasın. Aynı şekilde bir devletin bütün yöneticileri ve yurttaşları Müslüman olsa da eğer o devlet adalete dayanmıyorsa onun İslam’la hiçbir ilgisi yok demektir.
ATATÜRK KAZANACAK
Cumhuriyet devrimi, saltanat ve hilafeti kaldırarak, tekke ve zaviyeleri kapatarak, şer’î yasaları ilga ederek, aklı özgürleştirmiş, bireyi güçlendirmiş, kulluğu yalnızca Allah’a özgüleyerek dünyevi otoriteye karşı müminleri tevhid anlayışı çerçevesinde doğru bir dinsel yaşama yöneltmiştir.
Bu bağlamda Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti; Emevi Müslümanlığına karşı Muhammedî İslam’ın önünü açan büyük bir devrim gerçekleştirmiştir. Cumhuriyet bir nevi, Hz. Muhammed’in Medine Sözleşmesinin 20. yüzyıldaki güncellenmiş ve yeniden diriltilmiş hali gibidir.
Muhammedî İslam’da mezhelere, cemaat ve tarikatlara yer yoktur. İşte Atatürk bu gerçeği görerek o meşhur sözünü söylemiştir:
“Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir.”
Bu arada ifade edelim ki ilim ve bilim aynı şeydir. Bazıları farklı sanıyor.
Evet, Muhammedî İslam da hayatta en hakiki mürşidin ilim ve fen olduğunu haykırıyor.
O halde kararlılıkla bir kez daha belirtelim ki, hurafeler, efsaneler kaybedecek, ilim ve fen kazanacak!
Atatürk kazanacak!
Kaynak: https://odatv.com/bakin-sonucu-ne-cikti-16041833.html | | | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:25 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME
--Alıntıdır--
"İmam hatiplileri deist yapan 100 soru... Ya Hıristiyan veya ateistler haklıysa?"
17 Nisan 2018 Salı cumhuriyet.com.tr/959849
Düzce Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Fatma Günaydın, imam hatip öğrencileriyle yaptığı çalışmada, gençleri deizme yönelten 100’den fazla soruyu derledi. Sorular şöyle: “Sonra dirileceksek neden ölüyoruz?”, “Ya Hıristiyan veya ateistler haklıysa?”, “Allah kötülüklere neden engel olmaz?”, “Kadın ve erkek niçin eşit değil?”
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “olmaz böyle şey”, Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ın “bilimsel değil”, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın “sapıklık” değerlendirmesine karşın yoğun bir dini eğitim alan imam hatip liselerinin çelişkileri büyüyor. İlahiyat fakültelerinin “Din Karşıtı Çağdaş Akımlar ve Deizm” sempozyumunda sunum yapan Düzce Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Fatma Günaydın, öğrencilerle yaptığı anket ve gözlem çalışması sonrasında öğrencileri deizme yönelten soruları derledi.
Günaydın, imam hatip liselerindeki 11. ve 12. sınıf öğrencilerinin inanca dair sorularından oluşan sunumunda, gençler arasındaki dini şüphenin nedenlerini ise “dindarların yaşamlarının meydana getirdiği hayal kırıklığı, ebeveyn ile olan çatışmalı ilişkiler, sebep ve hikmeti anlatılmadan dini emirlerin dikte edilmesine karşı oluşan tepki ve din başlığı altında eleştiriye uğramak” şeklinde sıraladı.
Günaydın “Yaşadığı dünyadaki kötülük ve adaletsizlikleri gören genç, Tanrı’nın merhameti ve adaleti konusunda sarsılır. Din bilim çatışması aynı şekilde genç bireyi ciddi bir ikilemin ve açmazın eşiğine taşır. Kültür dersleri ile inanç konuları arasında bağlantı kurma zorluğu yine dini şüpheye sevk eden amillerdendir” dedi.
10 yıllık çalışmasının ardından Günaydın’ın ve Ensar Vakfı’nın kitaplaştırdığı sunumda yer alan “temel inanç sorularından” bazıları şöyle:
- Allah bizim cennete ve cehenneme gireceğimizi biliyor neden bizi imtihan ediyor?
- Öldükten sonra dirileceksek neden ölüyoruz?
- Allah her şeyi bildiği halde neden bizi yarattı?
Bizler Müslüman ailede doğduğumuz için mi Allah’a inanıyoruz. İnanmayan aileden doğanların suçu ne? Allah akıl vermiş ama bizlere de vermiş ama biz de tam kullanamıyoruz?
* Allah’ın varlığını bir ateiste nasıl ispatlayabiliriz? Onlar big bang deyip geçiyorlar?
* Allah bizi seviyor da neden günah işlememize izin verip sonra bizi yakıyor?
* Sonsuzluk kavramı akıl almaz bir şey Allah’ın sonsuz olmasını algılayamıyorum.
* Kuran’da kadın ve erkek niçin eşit değil?
* Allah neden bir kuluna eziyet verirken diğerine rahatlık veriyor. Rabbimiz neden bu konuda eşit davranmıyor?
* Kaderde ne zaman öleceğimiz belli ise neden sadaka ömrü uzatıyor? Kaderde cennete ve cehenneme gideceğimiz belliyse neden ibadet ediyoruz?
* Allah’ın ihtiyacı yokken bizi niçin test etmekte?
* Cennette birini istiyorum o da başka birini ne olacak?
* Allah kötülüklere neden engel olmaz?
* Tarikatlar gerekli midir, neden?
* Biz putperestleri eleştiriyoruz ama biz de Kabe’nin etrafında dönüyoruz.
* Ya Hristiyan veya ateistler haklıysa?
* Allah ile iletişimde neden Kur’an okumak, dua etmek değil de namaz ön plandadır?
* Adem’le Havva dünyaya nasıl geldiler? (Uzay gemisi ile olabilir mi?)
* Bu dünyaya gelmek benim tercihim değil. Allah bunun benim seçimim olduğunu ve hatırlamadığımı söylüyor.
* Allah kalplerini mühürlediği insanları niçin cehennemle cezalandırıyor?
* Kelam dersinde mucize, olay görüyoruz ama hiçbirinin delili yok. Sadece anlatılıyor bana göre delil yok.
* Allah niçin önceki kitapların bozulmasına izin vermiştir?
* İçki öncekilere yavaş yavaş yasaklanırken bizlere neden direk haram kılındı?
* Ahirette hesap verirken insanların yetiştirildiği çevre göz önünde bulundurulacak mı?
* Allah’ın hep ‘ben yaptım, ben yarattım demesi’ tuhafıma gidiyor.
* Allah bizi yaratmasaydı ne ile uğraşırdı?
* Dünyanın her yerinde ezan farklı saatlerde okunuyorsa kıyamet nasıl kopacak?
DİNİ ŞÜPHE YÜZDE 30
Çocukların “dini şüphe yaşı” denilen dönemi yaşadığını belirten Günaydın, “Eğitim alanındaki araştırmacıların verdiği bilgiye göre 12 -14 yaşlarında başlayan dini şüphe 16-18 yaşlarda zirvededir ve 20 li yaşlarda ona erer. Bu soruların sahipleri de dini şüphe döneminin zirve noktasındadır. Dini şüphe ile ilgili araştırmalara göre Amerika’da dini şüphe erkeklerde yüzde 79 kızlarda yüzde 53 gibi bir orandadır. Mısır’da yapılan anket sonucuna göre kızlarda yüzde 27, erkeklerde yüzde 21 oranındadır. İmam hatip liselerinde yüzde 12, genel liselerde yüzde 30’dur. Farklı araştırmalarda da ülkemizdeki dini şüphe oranı yüzde 30’ları geçmemektedir” dedi.
Kaynak: http://www.cumhuriyet.com.tr/kaydet/oku/959849
ADO_YORUM: Allah, kul hakkı ile karşıma gelmeyin demiş. Peki bunca haram paralar, yolsuzluklar; haram lokmalar müslümanım diyen süslümanlara yakışıyor mu? Bir insanın parasını, geleceğini, hakkını, lokmasını çalmanın günahı, içmekte olduğum Tokay şarabının günahıyla aynı mıdır. Benim şarap içmekle işlediğim günah, sigara külü kadarsa eğer bana göre; yolsuzluk, hırsızlık yapanların günahı TIR kadar olmaz mı bu durumda? Bunca yolsuzluklar hiç ölmeyecekmiş gibi yapılıyor, nedennn? Yoksa öte dünyanın sırlarını çözen çok sayıda dindar (!) mı var?? Kul hakkını Tanrı affetmeyecekse eğer, bu mal-mülk-para-yolsuzluk, hak yeme, torpil sevdalıları nelerine güveniyorlar???... ????
[Edited at 2018-04-18 10:06 GMT] | | | Adnan Özdemir Turska Local time: 04:25 Član (2007) njemački na turski + ... POKRETAČ TEME
--Alıntıdır--
"Türkiye'de deizm tartışması: Muhafazakar gençlik dinden uzaklaşıyor mu?"
BBC Türkçe/ Selin Girit, İstanbul 20 Nisan 2018
Merve bir Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni. 20'li yaşlarının sonlarında. Kendisini agnostik olarak tanımlıyor. "Tanrı var mı yok mu bilmiyorum, beni çok da ilgilendirmiyor artık" diyor.
Merve'yle ilk olarak Beyoğlu'nda bir kafede buluşuyoruz. Kırmızı bir başörtüsü takıyor. "Beni Müslüman olarak tanımlayan tek şey bu başörtüsü artık," diyor. Gerek ailevi nedenlerle gerekse yaptığı işten ötürü başörtüsünü çıkarmadığını söylüyor. "Belki 1-2 yıla başörtümle de vedalaşabilirim ama şimdi buna gerek duymuyorum" diyor.
Merve'nin babası imam. Muhafazakar bir aileden geliyor. İmam-Hatip lisesi mezunu. İlahiyat Fakültesi'nde okumak istemediği için, bari öğretmen olayım diyerek Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği üzerine eğitim almaya karar vermiş. Dinle ilgili araştırmalarının ve kendi tabiriyle "bilinçlenmesinin" de o döneme denk geldiğini söylüyor:
"Benim radikale kaçan bir Müslümanlığım vardı. Daha birkaç yıl öncesine kadar erkeklerle tokalaşmazdım bile. Kendimi Müslüman olarak tanımlıyor, hayatımı o şekilde yaşamaya çalışıyordum.
"Beş vakit namazımı kılıyordum. Nafileleri yerine getirmeye çalışıyordum. Orucumu tutuyor, Kuran okuyor, ilmihal bilgileri olsun, hadis olsun o tarz şeyleri tamamlamaya çalışıyordum. Tefsir, hadis derslerine gidiyordum."
'Benim için sığınacak en büyük şeydi Tanrı'
Merve dinle ilişkisinin yıllar süren bir sorgulama sonucunda değiştiğini, belli başlı kırılma noktaları yaşadığını -zaman zaman gözyaşları içinde- anlatıyor:
"Ben öğretmen olmak hiç istemedim. Ama bir şekilde öğretmen oldum, atandım. O beni çok yıktı. Millet sevinçten ağlar, ben üzüntüden ağlamıştım. Tercihleri yaparken ağlıyordum ve dua ediyordum öğretmen olarak atanmayayım diye. Tamamen Allah'a bırakmıştım.
"Atanmayacağıma o kadar yürekten inanmıştım ki, olduğunda beni tepetaklak etti. Hayatım altüst oldu. Güvendiğim, inandığım o ilahi konumdaki şey sarsıldı. İlk şüphelerim öyle başladı açıkçası.
"Benim için sığınacak en büyük şeydi Tanrı, ama artık sığınamayacağımı, dualarımın ne kadar istesem de kabul olmayacağını net bir şekilde görmek düşüncelerimi çok sarstı."
Bütün bu süreç Merve için hiç de kolay geçmemiş. Çevresinden, arkadaşlarından uzaklaşmış. Dertlerini, kafasını kurcalayan soruları ailesiyle konuşamamış. Giderek yalnızlaşmış. Bir sabah, büyük bir depresyonun kucağında uyanmış. Saatlerce ağlamış. Bari dua edeyim demiş. Sonrasını şöyle anlatıyor:
"İçimden Tanrı'yla konuşmaya başladım. 'Bak ben bu haldeyim, bana bir çıkış yolu ver.' Ama onu söylerken fark ettim. Dua ettiğimde bir muhatabım var mı yok mu şüphedeyim, diye düşündüm. Dedim ben bugün ya delireceğim ya intihar edeceğim.
"Sabah uyandım. Sanki o gün, o gece hiç yaşanmamış gibi. Sonra oturdum düşündüm. Dedim ben artık inanmıyorum resmen. İmanın şartlarını düşündüm. Dedim, ben inanmıyorum ya cennete cehenneme."
Merve ilk önce dua etmeyi bırakmış. Ardından namaz kılmayı. Oruç tutmaya ise daha bu yıl son vermiş. Ailesi hala bu yaşadıklarını bilmiyor.
'Bir erkeğin karşısına ilk kez başörtüsüz çıktığımda hem çok rahat hem çok tuhaf hissettim'
Merve'yle evinde yeniden buluştuğumuzda bizi başı açık bir şekilde karşılıyor. Aramızda "namahrem" tabir edilebilecek bir erkek de var. Artık evde başörtüsü takmamaya karar vermiş. O süreci de şöyle anlatıyor:
"Dedim ki ben Tanrı'yı, dini inkar edeceksem bu örtüyü de çıkarmam lazım. Ama bunu yapamayacağımı fark ettim. Din kültürü öğretmeniyim. Bu yapılabilir belki ama ben yapamam. Ya öğretmenliği bırak ya da bu konuyu hallet. Şu an başımı açamayacağım dedim.
"Sonra dedim benim evime sucu geliyor, tamirci geliyor, yemek siparişini getiren adam geliyor ve ben onların karşısına çıkarken de başıma ufacık da olsa bir şey alıyorum. Niye bunu yapıyorum? Artık bunu yapmamaya karar verdim.
"Bir erkeğin karşısına bilinçli bir şekilde ilk kez başörtüsüz çıktığımda hem çok rahat hissettim, hem de çok tuhaf. Ama şimdi çok rahatım. Çünkü ben kendimi artık böyle tanımlıyorum.
"Ders verirken bazen çocuklar sorular soruyorlar. Öğretmenim başörtüsü takmak gerçekten gerekir mi, ben büyüdüğümde saçım görünürse günah olur mu? Şu an ona karar vereceğiniz bir durum yok, 18 yaşına gelin ne isterseniz yaparsınız diyorum. Böyle cevap vermek beni rahatlatıyor."
Bahçeli 'Utansınlar', Erbaş 'Sapık' demişti
Türkiye son birkaç haftadır muhafazakar gençliğin dinden uzaklaşıp uzaklaşmadığını, deizme ya da ateizme bir yöneliş olup olmadığını tartışıyor.
Tartışma, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. İhsan Fazlıoğlu'nun bir panelde yaptığı konuşma üzerine alevlenmişti.
Fazlıoğlu, "15 Temmuz'dan bu yana benim odama 17 tane başörtülü, deist bile değil tanrı tanımaz (ateist) öğrenci gelip benimle bu konuları konuştular" demişti.
Bunun üzerine Mart ayında Konya'da yapılan bir çalıştay haberi yeniden gündeme gelmişti.
Haberde, Konya Milli Eğitim Müdürlüğü'nün "Gençlik ve İnanç" konulu bir çalıştay düzenlediği, imam hatip öğrencilerinin dini bilgilerdeki tutarsızlıklar nedeniyle deizme kaydığı ve ders materyallerinin çocuklara uygun olmadığı sonucuna ulaşıldığı yazılmıştı.
MHP lideri Devlet Bahçeli bu tespiti eleştirmiş, "Türk gençliğine ateizmin bir önceki istasyonu olan deizm karası çalanlar, yüzleri varsa utansınlar" diye konuşmuştu.
Ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, partisinin grup toplantısındaki konuşmasının sonunda Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz'ı kürsüye çağırdığı görülmüş ve burada bu haberlere yönelik tepkisini dile getirdiği ileri sürülmüştü.
Bakan Yılmaz, daha sonra söz konusu çalıştayın bilimsel olmadığını belirtmiş, bakanlık da çalıştayın kendi bünyelerinde değil İKDAM Eğitim Derneği ve Uluslararası Öncü Eğitimciler Derneği tarafından gerçekleştirildiğini belirtmişti.
İKDAM'ın internet sitesinde yapılan açıklamada ise çalıştay sonrası hazırlanan bildiride iddia edildiği gibi gerek İmam Hatip Liseleri'nde gerek diğer liselerde deizmin yayıldığı ifadesinin yer almadığı savunulmuştu.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş da gençlerde deizm ve ateizmin yaygınlaştığı iddialarına ilişkin, "Bizim milletimizin hiçbir ferdi böyle sapık, batıl bir anlayışa asla prim vermez. Milletimize, gençlerimize kimse iftira atmasın," diye konuşmuştu.
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden Prof. Hidayet Aydar: Diyanet İşleri Başkanı ne desin?
"'Allah var ama etkisizdir' anlayışı İslam kültüründe de ortaya çıktı"
BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden Prof. Hidayet Aydar, deizmin bir felsefi akım olduğunu, ön plana çıkışının 17'inci yüzyıla denk gelmesine karşın kökenlerinin Yunan felsefesine dayandığını söylüyor.
"Deizmde şöyle bir Tanrı anlayışı var: Tanrı var ama hayata karışmaz. Yaratan biri var, her şeyi yaratmıştır ama yarattıklarına karışmaz. İnsanlar kendi hayatlarını kendileri düzenlerler.
"Mesela İslam kültüründe de şunlar tartışılmış: Tanrı var ama Tanrı'nın durumu nedir? Tanrı neye benzer, bir varlığa benzer mi? Kuran-ı Kerim diyor ki Allah hiçbir şeye benzemez, hiçbir şey de Allah'a benzemez.
"Ancak 'Allah var ama etkisiz bir varlıktır, her şeyi insan kendisi yapar,' düşüncesi İslam kültüründe de ortaya çıkmış. Bunların ortaya çıkışı da hicri ikinci asra kadar, yani miladi sekizinci asra kadar gidebiliyor."
Aydar, Diyanet İşleri Başkanı'nın deizmle ilgili yaptığı açıklamanın da yanlış anlaşıldığı görüşünde:
"Deizm İslam'ın pek çok değerini reddediyor. Kitabı, peygamberi reddediyor. Ölümden sonra dirilmeyi, cenneti, cehennemi, meleği reddediyor. Bunlar imanın esasları. İmanın altı esası var. Deizm sadece birini kabul ediyor. O da Allah'ın varlığı. Geri kalan esasların tamamını inkar ediyor. Diyanet İşleri Başkanı ne desin?
"Sapkınlık derken, İslam'ın çizgisinden sapma anlamında. Yani kast ettiği şey İslam bir çizgiyse, deizm, ateizm ve benzeri bazı düşünceler o çizgiden sapmadır, o anlamda. Yoksa hakaret anlamında sapkınlık veya sapıklık diye değerlendirmek doğru olmaz."
Prof. Aydar, muhafazakar gençlik nezdinde deizme kayış olduğu yönündeki değerlendirmelere ise kendi gözlemlerine dayanarak katılmadığını söylüyor:
"Bugün dünya eski dünya değil. ABD'de biri öksürse sesini biz burada duyuyoruz. Avrupa'nın uzak bir beldesinde bir kuş uçsa biz bunu hissediyoruz. Tabii ki küresel bir etkileşim var. Ama emin olun ki bizim gençliğimizde, ilahiyat gençliğinde, en azından ben kendi üniversitemi söyleyebilirim, öyle bir şey asla söz konusu değildir."
Ateizm Derneği'nden Atik: Ateist imamlar ve müezzinler var
Ancak Türkiye'nin ilk ve tek ateizm derneği, bu tespite katılmıyor. Ateizm Derneği'nin yönetim kurulu üyelerinden Şaner Atik, ateistler arasında imamlar ve müezzinler de olduğunu söylüyor. Ancak bu insanların farklı nedenlerle açıkça ateist olduklarını söyleyemediklerini savunuyor:
"Türkiye'de bugün 'ateistleri ne yapmak lazım' diye bazı televizyon kanallarında programlar yapılıyor. Hemen keseceksin bunları falan diyorlar. İzleseniz kanınız donar. 'Yaşatmayacaksın bunları, bunlar insan değil' diyorlar. 'Çocuğum ateist olsa evlatlıktan reddederim, doktora götürürüm' diyenler var. Hal böyleyken ben ateistim demek cesaret isteyen bir şey.
"Bizim görüştüğümüz ateist imamlar, müezzinler var. Kara çarşaflı olan insanlar var ateist, deist türbanlılar var. Neden böyle olmak zorundasın, neden takmak zorundasın türbanı, diye soruyoruz. Mahalle baskısı, aile baskısı diyorlar. İfade edemiyorum ben kendimi diyorlar.
"Ateist imamlar, 'Ben işimi değiştirmeliyim ama bunu nasıl yapacağım bilmiyorum,' diyorlar. Ben her gün acı çekiyorum, ıstırap çekiyorum diyorlar. Ama bir yandan da para kazanmaları, ailelerini geçindirmeleri gerek. Çok büyük sıkıntılar yaşayan insanlar var."
Ateizm Derneği üyesi Okan Akyüz de internet ve sosyal medya kullanımının yaygınlaşmasıyla, kendi tabiriyle "aydınlanan" insanların sayısının da arttığını söylüyor.
"Bizim kuşağımız yeterince kaynaklara ulaşabiliyor. Ne kadar yasaklansa da, kitaplardan kaldırılsa da Darwinizm'i gidip internetten okuyabilirsiniz. Kişisel aydınlanmanız önünde bir engel yok.
"Zaten sadece Türkiye'de değil, dünya genelinde de açıkça ateist olduğunu söyleyen insanların sayısı düşük. Ateist cemaatlerde bir araya gelen arkadaşlar dünya genelinde yüzde 5 gibi bir oranda."
Bugün Türkiye'de ateizm derneğinin 200-210 civarında kayıtlı üyesi bulunuyor. Ancak Şaner Atik, tanrı tanımazlığın çok daha büyük kitlelere yayıldığı kanaatinde.
Atik, bunda 16 yıldır iktidarda olan hükümetin yüzlerce imam-hatip okulu açarak, bu şekilde kendi dindar gençliğini yaratma çabasının da etkili olduğunu savunuyor.
"İnsanları neye zorlarsanız, insanlar ondan kaçar. Ondan soğur. O baskı gençleri bana neyi dayatıyorlar, neymiş bu diye sorgulamaya itiyor. Bunun etkisi çok büyük.
"Önce Tevrat deşifre oldu, sonra İncil deşifre oldu. Şimdi de Kuran deşifre oluyor. Deşifre oluyor dinler. Bunların masal, hikaye, rivayetten oluştuğu, tarihsel olduğu, sadece kendi dönemine hitap ettiği, belli bir bölgeye hitap ettiği, o bölgede bir yönetim oluşturma çabasıyla ortaya atılan fikirler olduğu artık iyice deşifre oldu."
IŞİD sempatizanlığından ateizme giden yol
Anadolu'da bir kentte bulunan Bekir, muhafazakar yapıdaki bir üniversitede bir ilahiyat fakültesi öğrencisi.
20'li yaşlarının başındaki Bekir, imam-hatip lisesi mezunu ve aynı zamanda medrese eğitimi diye tabir edilen dini eğitimi de almış. Yakın bir tarihe kadar radikal İslamcı akımları, IŞİD ve El Kaide benzeri örgütleri sempatiyle izliyormuş.
Bekir bugün kendisini ateist olarak tanımlıyor.
"Lise 3'te medrese eğitimi de alıyorduk ve medresede olan bir arkadaşım vasıtasıyla girdim ben deizm ve ateizm muhabbetine. O da aynı şekilde radikal İslam'dan yana olan bir insandı, kendi çabalarıyla, yabancı kitapları okumaya başladı.
"Deizmi ilk o anlattı bize. İslam Peygamberinin insanlara davranışlarını, kendisine salavat getirtmesini, çok sayıda kadınla evliliklerini, Yahudileri öldürmesini, bir sürü konuyu daha eleştirmeye başladı arkadaş. Yavaş yavaş benim de kafama takılmaya başladı.
"Önce İslamiyet'i mantığa dayandırmak istiyorduk. İttire kaktıra baktık olmuyor. Sonra mantık olarak yorumlamaktan çıkarttık, Tanrı'ya inanmaya başladık sadece, deist olduk yani."
Bekir, ilahiyat fakültesine geldiğinde hala deist olduğunu, namazı, orucu bıraktığını, ancak daha sonra Tanrı'nın varlığını da sorgulamaya başladığını ve ateizme yöneldiğini söylüyor. Bekir'in ailesi halen bu düşüncelerini bilmiyor:
"Aileme ben ateist olduğumu söyleyemem. Babam başında takkeyle gezen bir adam. Annem günde yedi vakit namaz kılar. Beş vakit, üzerine kuşluk namazı, bir de gece namazı. Gerçekten muhafazakar bir aile yapımız var. Söyleyemem. Söylesem soğuma olur.
"Dinden uzaklaşmaya başlayınca depresyona sürüklendim. Çünkü çevreye karşı yabancılaşma duygusu oluşuyor. Ben medrese ortamındaydım. Namaz kılarken ya da her Muhammed'in ismi anıldığında salavat getirilirken kendi kendime şüphe duymaya başladım. Ne oluyor bana diyordum ben bazen, nereye gidiyoruz?"
Bekir, dine yüz çevirmesinde mevcut hükümetin ve icraatlarının da etkisi olduğunu söylüyor.
"Ben bu hükümete destek veren bir insandım. Hükümete desteğimin nedeni biraz daha hümanist davranmasıydı o zaman. Ama her baskı kendi isyancısını doğurur. Bizim üzerimizde baskı kurmaya çalıştıkları zaman biz de ister istemez tepki veriyoruz.
"Bugünkü dünya sisteminde çoğunlukla sağ partiler iktidarda. Daha çok dini savunan, din kisvesi altında insanları yolan sistemler var. Türkiye için değil başka ülkeler için de geçerli. Hükümetler dini sömürüyor. Örneğin, Diyanet İşleri Başkanlığı geçen sene en çok bütçe ayrılan ikinci kurumdu sanırım."
'Başımı kapatınca herkes beni kadın zannediyordu'
Leyla, 20'li yaşlarının sonunda. Muhafazakar ailesini geride bırakmak ve 11 yaşındaki kızına kendi yaşadıklarını yaşatmamak için Avrupa'da bir ülkeye yerleşmiş. Leyla hiçbir dine inanmadığını, kendisini deist olarak ifade ettiğini söylüyor.
Leyla'nın ailesi o beş yaşındayken keskin bir dönüşüm geçirmiş. Liberal bir aileyken, radikal bir dönüşle İslamcı bir aileye evrilmişler. Ailesi, 11 yaşındayken başını kapamasını istemiş. Bu Leyla'da yıllar sürecek bir travmaya yol açmış.
"Başımı kapatınca herkes beni kadın zannediyordu. Sokakta öyle davranıyorlar, hanımefendi diyorlardı. Ama ben daha bir çocuğum ve bana çocuk diye seslenmelerini istiyorum.
"Bir gün dışarı çıkmak istemiyorum çünkü paten kayacağız. Paten kaymaktan utanıyorum, tuhaf görünüyorum çünkü. Küçük bir çocuğa büyük bir elbise giydirilmiş gibi, cüce gibi hissediyorum kendimi.
"Sadece başörtüsü takmamı da istemiyorlar. Uzun ceket giydiriyorlar. Ben karşı çıkmıştım. Babam da 'Sen örtünden utanıyor musun, kimliğinden utanıyor musun?' diye feci bir kavga etmişti benimle."
Leyla, 17-18 yaşına geldiğinde dini yumuşatarak yaşamaya başlamış. Özellikle kadınlara yüklenen sorumluluk ile erkeklere yüklenen sorumluluğun farklı olması kafasını çok kurcalamış. "Bir yaratıcı varsa nasıl olur da yarattığı her canlıya eşit hak tanımaz?" diye sorgulamaya başlamış.
Önce pardesüyü çıkarmış, sonra kot pantolon giyip başını örtmüş, sona örtü biraz biraz arkaya kaymaya başlamış ve nihayetinde de üniversite okumak için gittiği Avrupa'da bir gün bakkala giderken başını açıvermiş. Ondan sonra da bir daha başörtüsü takmamış.
Leyla'nın babası halen kendisinin deizme kaydığını bilmiyor. Babası öğrenirse, "Ablan üniversiteye gitti de açıldı, sen de açılırsın" diyerek kız kardeşini üniversiteye yollamamasından endişe ediyor. "Ben kendi yoluma gittim diye kardeşime baskı yapmasını istemem" diyor.
Leyla bugünkü düşüncelerini şöyle açıklıyor:
"Bence dünya deizme kayıyor. Semavi dinler yürürlüğünü benim neslimde kaybettiler. Ne Hristiyanlık ne Yahudilik ne Müslümanlık götüremiyor kendini artık. İnsanlar bir dine bağlı olmak istemiyorlar.
"Ama Tanrı'yla da bir kavgaları yok. Tanrının varlığı ya da yokluğu onları rahatsız etmiyor. Bir yaratanın olması beni rahatsız etmiyor. Birçok arkadaşım için de durum böyle. Ama dinin varlığı sana bir sorumluluk yüklüyor. İbadet etmeni istiyor. Bazı şeyleri yapmamanı istiyor. Senin doğru insan anlayışının dışında bir kimlik sunuyor sana. Ama Tanrı'nın varlığı sana bunu sunmuyor.
"Bence deizme kaymanın asıl sebebi bu: İnsanlar artık bireysel. Toplum adına şekillenmiyor, kendi bireyselliğiyle şekilleniyorlar. Deizm sana bireyselliğini veriyor, ama din bireyselliğini alıyor.
"Ben Tanrı'dan beni yaratmasını talep etmedim. Tanrı da benden varlığımın karşılığında hiçbir şey talep edemez. Kuşlar ağaçlar gibi yaşama hakkım var. Tek sorumluluğum diğer hiçbir canlıyı taciz etmemek."
'Sartre'nın Bulantı romanı gibi'
Ömer, 30'lu yaşlarının başında. 15 Temmuz'dan birkaç ay sonra KHK'yla görevinden ihraç edilen bir kamu çalışanı. Evli ve çocuklu. Halen çalışmıyor.
Ömer Sünni, dindar, muhafazakar ve siyasi olarak da önceleri Milli Görüş, sonra AKP çizgisinde konumlanan bir ailede büyümüş.
Kendisini birkaç yıl öncesine kadar dindar olarak tanımladığını, dini cemaatlerle bir ilişkisi olmamasına karşın onlara sempatiyle baktığını, şu an ise hepsinden nefret ettiğini söylüyor.
Kendisini deist olarak tanımlamıyor, ama inancını kademeli olarak yitirmeye başladığını anlatıyor.
Kendisinden dinleyelim:
"Okumayı seven bir çocuktum; evde bulunan ve kimsenin okumadığı 'Peygamberler Tarihi', 'İslam Tarihi', 'Peygamberimizin Şemaili' gibi pek çok koca koca ciltli kitapları ortaokul döneminde okuduğumu hatırlıyorum.
"Bu atmosferde namaz, oruç gibi ibadetlerini aksatmayan, günahlardan uzak durmaya çalışan, eğitim hayatında da başarılı olan bir genç olarak büyüdüm.
"Birkaç yıl önce dindar siyasi iktidarın bazı uygulamalarının doğru olmadığını düşünmeye, olaylara eleştirel yaklaşmaya başladım. Bu eleştirel tutumumun dozajı sürekli arttı. Zamanla kendiliğimden İslamcı yaklaşımla arama mesafe koymuş oldum.
"Yanlış hatırlamıyorsam namaz kılmayı 2014 ya da 2015'te, pek de üzerinde düşünmeden bıraktım. Oruç ya da Cuma namazı gibi ibadetlerimi bir süre daha devam ettirdim.
"15 Temmuz'un ardından görevimden ihraç edilmem ve çevremdeki dindar bildiğim insanların umursamazlığı ise benim için tam bir kırılma noktası oldu.
"Tanrı'yla ilgili, hareket tarzıyla ilgili düşünmeye başladım. Ciddi bir yabancılaşma yaşadım. Aslında Jean Paul Sartre'nın Bulantı romanında yaşananlara benzetiyorum yaşadığım süreci.
"Son bir yıldır, eskiden ezberlerime uygun olarak peşinen reddettiğim evrim teorisi gibi hususlar üzerine okumalar yapıyorum ve büyük bir pişmanlıkla bu içi boş dindarlığımı terk ediyorum.
"Kendimi deist olarak tanımlamıyorum. Böyle demek istemiyorum. Bir Müslümanım. Gelecekte, Allah ile olan ilişkimi İslam'ın özü temelinde doğru bir şekilde inşa etmeyi planlıyorum; tabii mümkün olursa.
"Arkadaş çevrem benimle çok benzer süreçler yaşıyor. Kayınpederim, ateist olmadan hayatını tamamlamak istemediğini ifade ediyor ki kendisi halen beş vakit namazlarını kılan bir hacıdır."
//Bu haber için görüştüğümüz tüm deist, ateist ya da agnostiklerin isimleri kişisel tercihleri ya da güvenlik gerekçeleriyle değiştirilmiştir.//
Kaynak: http://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-43832877?ocid=socialflow_twitter | | | Stranica u temi: < [1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21] > | To report site rules violations or get help, contact a site moderator: You can also contact site staff by submitting a support request » İlginç yazılar No recent translation news about Turska. |
Trados Business Manager Lite | Create customer quotes and invoices from within Trados Studio
Trados Business Manager Lite helps to simplify and speed up some of the daily tasks, such as invoicing and reporting, associated with running your freelance translation business.
More info » |
| Pastey | Your smart companion app
Pastey is an innovative desktop application that bridges the gap between human expertise and artificial intelligence. With intuitive keyboard shortcuts, Pastey transforms your source text into AI-powered draft translations.
Find out more » |
|
| | | | X Sign in to your ProZ.com account... | | | | | |